Karagöz'le Hacivat'ın Bursalı olduklarını çocukken öğrenmiştim, hatta galiba Bursa'daydık ve çizgi roman kahramanlarının da bal gibi "gerçek" kişiler olabileceklerine çok daha önce inanmış biri olarak turlamaktaydım! Tommiks okuyup dururken bizim sahildeki kapalı sinemada "Tom Mix"li siyah-beyaz bir film oynayınca, bu adı taşıyan uzun şapkalı adama bakıp, mahallede ilkokul arkadaşıma ilk "Tommiks" hikayesini anlattım. Davy Crockett de bir çizgi roman kahramanıydı ve gerçek biri olduğunu sinemada görmüş, ansiklopedide okumuştum. Benim hikayemde Tommiks, daha modern biriydi ve motorsikletinin terkisine attığı Suzi ile bizim kasabamıza gelmişti -olabilirdi, neden olmasındı, bal gibi inanılırdı, çünkü o günlerde Türkiye'deki Amerikan Hava üslerinden biri de bizim mahallenin dibindeki "Amerikan Mahallesi"nde başlıyordu. Arkadaşım hikayeye inandı! Birkaç hikaye sonra dayanamayıp "bu bir hikaye" deyince ettiğimiz kavgaya değinmeme gerek yok, ama sanat galiba biraz da pembe yalanlarla, yapay gerçeklerle ilgili bir alan...
Bir gazetede birkaç gündür Zeki Müren'in uçuk yaşamı ve aykırı karakterini anlatan bir yazı dizisi yayımlıyor. Sanatçıların ilginç insanlar oldukları, garip takıntıları, adetleri, tavırları falan olduğunu çok sonra öğrendim. Ve tabii bu çıkıntı adamların ve kadınların neden eleştirilemeyeceklerini de Jorge Luis Borges'den ders niyetine okumak mümkün oldu. Yeni İspanyolcanın şiir dilini icad etmek gibi benzersiz bir özelliğe sahip bu adamın, 1955'den beri gözleri görmüyor olsa da 1980'lerde, "İyi şairler birer doğa olayıdırlar, o yüzden eleştirilemezler" deyip olayı görmüş -ki bu konu daha güzel nasıl ifade edilebilir bilmiyorum! Bu söz, benim buralarda "güzellik ve kutsallık" arasındaki ilişkiyi yazmak girişimlerimde eksik kalan yapboz parçalarımdan birini daha yerine koyup beni mutlu etmekle de yetinmiyor. Evet, sahici sanatçılar, insanın doğayı örnek alıp onun güzellik orantılarını kendi ölçülerinde yeniden yaratırken, araya Borges giriyor ve bu güzellikler yaratan muhteşem sanatçıların da birer doğa olayı olduklarını gözümüze sokup, herşeyi yerli yerine oturtuveriyor. Gönül gözü ve kudsiyet böyle birşey işte. Ama bu büyük sanatçı hiç Nobel alamamış, Brecht'i hiç okumamış, tiyatroyla hiç ilgilenmiyor olabilir, Zeki Müren de belki edebiyatla pek ilgilenmiyordu -bilmiyorum...
Seneca, karakterin, insanın küçük olaylardaki davranışlarından anlaşılacağını söyler. Paul Newman, birinin karakterli olup olmadığını anlamak için onun düşmanının olup olmadığına bakmak gerektiğini üzerinde durur ve biz de bu işin kesin bir normu olmadığını anlamış oluruz böylece. Asıl olan, büyük sanatçıların daima köşeli sivri karakterleri olduğudur, oval falan değil, yani bazen batıcı ve kesici yanları olan karakterler. Zira ancak böyle karakterler, doğaldırlar, Çin malı plastik, seri imalat değildirler, kullanışlı da değildirler. Biraz (veya çok) zor insanlardır sanatçılar. Ama ancak böyle karakterler, aşkın bir tutku, bir afet, bir bağımlılık, bir cennet ve cehennem olduğunu, ölümle aşkın akraba oldukları gibi sofistike konuları iki söz bir nota veya bir dans figürüyle anlatabilirler, -Shakespeare'in "Romeo ve Jüliyet"i böyledir mesela. Günümüzde "ne gider?" diye sorup piyasa malı üreten, onları da sanat diye pazarlamaya çalışanların anlamadığı da budur işte. Gerçek sanatçı, doğal bir afet ve aşk gibi tutkulu, benzersiz, orijinal ve yoğundur.