Teğet geçen klasikler...

Galiba 2000'li yılların başındaydı, Beyoğlu'nda büyük bir yayınevinin kendi kitaplarını sattığı bir binada, "Klasikler nerede" soruma yanıt olarak gösterilen köşede, sadece Batı edebiyatının kitapları vardı ve Rus edebiyatı da Batı edebiyatına dahildir elbette. Doğu klasiklerinden bir tane bile kitap göremeyince, oradaki yetkiliye, o köşeye neden "Batı klasikleri" değil de "Dünya klasikleri" dediklerini sormuştum, o da "ileride onları da düşünüyoruz" gibi akla sakat bir yanıt vermişti. Yani "teyzem ileride amcam olacak" gibi bir laf ve günümüzde de olmadı. Birkaç istisna dışında "Doğu klasikleri" ya yok ya da bir elin parmakları kadar az. Mesela Türkiye'de -anlayarak yapılmış- bir tek Yi Ching çevirisi yok. Her Çinli'nin bugün de okuduğu, hatta bugünkü hayatında kullandığı bilmemkaç bin yıllık bu kitabın Türkçesini okurken, kuru bilimsel metin okuyormuş gibi oluyorsunuz. Bu ülkeye gene birşeyler teğet geçiyor gibi. Mesela Çin almış başını giderken, Türkiye'de Çin'e ve Çin kültürüne ilginin sıfıra yakın olması gibi, bugün -özellikle- Türkiye'de çok okunan Tolstoy, Dickens ve diğer "Klasikler" devrinde de Türkiye'de kimse onlarla ilgilenmemiş...
Türkiye'de Süveyş kanalının yapılması ve İngilizlerle al takke ver küllah anlaşma denemeli yıllarında Tolstoy, ilk romanı "Çocukluğum"u yazmış (1860). Bundan iki yıl sonra da Victor Hugo "Sefiller"i yazmış, hani en son opera/müzikal versiyonunu sinemalarda izlediğimiz "Sefiller" yazıldığı yıllarda İstanbul'da Şinasi, eski Doğu usulü sahne sanatı ile Batı usulü tiyatroyu birleştirerek yazdığı "Şair evlenmesini" sahneye koymuş -bugün kimsenin ilgilenmediği bir olay. Lise'de mecburi edebiyat dersinde bir pasaj sadece, hiç bir tiyatroda oynamaz, gidip göremezsiniz...
Charles Dickens "İki Şehrin Hikayesi"ni yazarken, Ziya Paşa da "Tecr-i Bend" adlı ünlü uzun şiirini yayınlamıştı. Edebiyat tarihçileri dışında, bugün pek ilgilenilmeyen bir şey...
Fakat galiba en acı olanı, bugünün evrensel Dünya kültürünü belirlemiş Tolstoy, Dostoyevski, Dickens, Stevenson gibi ilk önemli klasikler, Türkiye'ye tam anlamıyla teğet geçmiş görünüyor. Tolstoy'un "Çocukluk" romanı daha 1860'da İngilizceye çevrilmiş ve Tolstoy daha o zaman bir dünya yazarı olmuş. Bütün Rusya, Tolstoy'un 80 yaşına basışını şenliklerle kutlarken yıl 1908 ve Türkiye'de tek konu Abdülhamit İstibdadı ve İttihatçı İhtilali. Bulgaristan falan bağımsızlığını ilan edip oradan Anadolu'ya göç başladığında, Enver Paşa yere göğe konulamazken, Louis Bleriot uçakla Manş denizini  geçiyor, Jack London da ünlü romanı "Martin Eden"i yazıyordu. Jack London, John Steinbeck ve benzerleri klasikler Türkiye'de asıl 1960'larda, yani yazılışlarından uzunca bir süre sonra okundular. Tolstoy ve Dickens gibiler ise, Hasan Ali Yücel tarafından sistemli bir çeviri çabası sayesinde ancak 1930'lar sonrası Türkiye vatandaşlarının raflarında yerlerini aldılar ve okundular…
Tarihin internet nedeniyle tüm Dünya'da eşzamanlı yaşandığı günümüzde, gene bir çok konu gibi edebiyatın ve sanatın da Türkiye'ye teğet geçmesi acı. Her insan gibi toplumlar da algılayabildiği kadarını görüyor. Sanat ve edebiyatı bir aydın gevezeliği biçimi, lüks bir lüzumsuzluk sayarsanız, 19'uncu yüzyıl edebiyatını ve Dünyasını ıskaladığınız gibi şimdi de 21'inci yüzyıl Dünyasını ıskalayabilirsiniz. Ama Türkiye'nin herşeye rağmen gene de bugünü yakalayan insanlara sahip olduğunu ve Dünya kültürüne yeni değerler kazandırdığını söylemeden noktalamayalım...

Kendi arabanda misafir, veya Silikon Valley tipi ulaşım...

Son yirmi yıldır sadece kiralık otomobil kullanmış bir şoför olarak, yurt dışında tuvalete bile otomobille gittiğim günleri hiç aramıyorum. Ama modern hayatın insan hayatına soktuğu "Bireysel Ulaşım" anlayışı, yani "herkesin kendi arabası" meselesine kayıtsız kaldığım söylenemez -diye bir cümle kurmak isterdim...
Ben otomobillerle sadece Matchbox (çocuklara mini otomobiller hediye etmeyi severim) ve estetik açısından ilgilenirim, mesela Bugatti'nin efsane modellerini severim, çünkü sanat eseridirler. Ama "Apple bir otomobil üzerinde çalışıyor" diye bir haber duyunca buna kulak kabartırım, zira Apple, telefonu yeniden icad eden ve bir yaşam stilinin sembolü olmuş önemli bir markadır ve dört ürünü her an ya cebimde ya sırt çantamda ya da çalışma masamın üzerinde durmaktadır. Bu markanın yeni bir tür elitizmi temsil ettiğine istemeyerek "Evet" diyebilirim, gene de Apple otomobilinin ne olduğuna şöyle bir bakmak önemli...
Öyle çok hız meraklısı biri değilim. Otomobil kullanmama nedenim de İstanbul'da onca Taksi, Otobüs, Metro varken ve Dünya'ya kıyasla ucuzken, zamanımın bir kısmını araba kullanmaya harcamamak, yoksa kitabımı nerede okuyacağım? Benim sadece Metro'da okuduğum bir kitabım var yanımda...
Silikon Valley'in bilgisayar ve internet üzerinden Dünya'da sergilediği yeni üstperdeden çokbilmişlik havası son zamanda daha çok dikkat çekmekle birlikte, kendi arabanda misafir olmak fikri gayet güzel. Bir çeşit görünmez özel şoföre sahip olmak cazip ve yeni ulaşım mantığı da tam bu noktaya odaklanıyor...
2003'de kurulup, özellikle İskandinav ülkelerinde çok tutulan elektromotorlu Tesla otomobilleri, modern ulaşım anlayışının evrilmesinde ilk önemli taşı gediğe koymuş görünüyor. Bu otomobillerden kullanan yabancı bir dostum, arabanın Porsche'den bile çok daha çabuk hızlandığını, şimdilik tek dezavantajının, bir aküyle en fazla 480 kilometre gidebildiğini söylüyor, ama bu da büyük kusur değil, çünkü yedek aküyü takıp yolunuza devam edebiliyorsunuz...
Google ve Apple'ın hedefi ise, kendi müşterilerine sunabileceği kadar düşük fiyat kategorisinde (yani yaklaşık 15 bin Euro'ya alınabilen), kendi kendine giden otomobiller. Ana fikir, otomobilde giderken yola bakmak yerine iPad'e bakmak, Tweet yazmak ve müzik dinlemek gibi faaliyetlere alan açmak. Sadece Apple ve Google değil, Mercedes'den BMW'ye kadar birçok otomobil firmasının da giderek bu alana yoğunlaşıyor. Amaç, bir yolcu gibi kendi arabanıza binip, gideceğiniz yerin adını söylemek ve otomobil sizi oraya götürürken kitap okumak, yani benim metroda veya otobüste yaptığımı yapmak, kısacası otomobil kullanmak dışında konularla ilgilenmek...
Otomobiller pek sorun değil. Aynen Apple'ın üretilmesi gibi her bir parçası ayrı ülkede yapılıp Çin'de monte edilecek, bu yöntem benimsenmiş görünüyor, ama test aşaması oldukça yeni ve güvenlik -Apple'ın temel politikalarından- çok önemseniyor, bu nedenle otomobillerde aynı sistemden iki tane birden bulunacağı şimdiden kesin...
Tesla otomobillerini yeni duydum. Çin'de üretilen yeni Qoros otomobillerinin sağlamlık testinde dünya ikincisi olduğunu da ve Google-otomobili konusunda bir Türk'ün önemli bir rol üslendiğini de yeni öğrendim: Adı, Seval Oz...
Konunun uzmanları, 2020 yılında otomobillerin otomotik pilotlar tarafından kullanılır hale geleceğini, çevreye sıfır atık bırakan elektrikli otomobillerin sayısının önemli artış kaydedeceğini söylüyorlar. Trafik kazalarının yüzde 90'ının sürücü hatası, yüzde 10'unun teknik hata olduğunu düşünecek olursak, hiç de olağandışı bir tahmin gibi görünmüyor. Ve Apple otomobilini merak ediyorum. Ama şekli şemali yukarıdaki otomobil gibiyse, hayatta almam!..