Bence Televizyon, uygarlığımızın hiç de küçük olmayan ve kolay kazanılmış Dolar'dan başka ölçü tanımayan bir başka yüzü. Bu bugün de böyle ve belki de her zaman böyle olacak…
Bir ölçüde şöyle diyebilirdik: Televizyon ne kadar kötüyse, o kadar iyidir. Duyduğum kadarıyla eskiden radyo dinlemek için oturan birçok kişi şimdi ekran başında. Bu insanların yeterli çoğunluğu belki bir süre sonra aslında kendilerine baktıklarını anlıyordur. Televizyon, gerçekten de ömrümüz boyunca beklediğimiz şey. Sinemaya gitmek çaba gerektiriyordu. Birinin çocukların yanında kalması gerekiyordu. Sinemaya gitmek için arabayı ekstra, garajdan almak gerekiyordu, zor işti. Sora bir de araba kullanmak, arabaya park yeri bulmak gerekiyordu. Bazen sinemaya varmak için neredeyse yarım blok öteye yayan gitmek gerekiyordu. Okumak da bedenen çaba gerektiriyordu, okurken biraz konsantre olmak zorundaydınız, hatta bir kriminal roman, Western romanı, vaya tarihi roman denenleri okumak için. Ve burnunun dikine bazen şu iki heceden uzun yabancı sözcüklere de takılıyordunuz. Bazen insanın başından dumanlar bile çıkıyordu. Radyo çok daha iyiydi, ama orada da insan nereye bakacağını bilmiyordu. Bakışlar hedef gözetmeksizin odada dolaşıp duruyordu ve insan bu şartlar altında başka şeyler düşünmeye başlıyordu, -insanın hiç düşünmek istemediği şeyler. Hatta insanın duyduğu ses ve gürültülerden, orada be olduğunu anlatır bir görüntü düşleyebilmesi için biraz fantaziye ihtiyacı vardı.
Ama Televizyon, kötü anlamda mükemmel. İnsan birkaç düğme çeviriyor, mekanik ayarlardan bazılarıyla oynuyor, gelişmiş maymunların iyice öğrendikleri gibi, ve arkasına yaslanıp tüm düşüncelerinin kafasından sızdırıp akıtmaya bakıyor. Ve sonra oturup ilkutançla o cam balonu seyrediyor. Seyrederken kosantre olmak gerekmiyor, bir reaksiyon göstermek de gerekmiyor. Sonra hiç bir şeyi hatırlamak gerekmiyor. Aklı ölçmüyor, çünkü ona ihtiyaç yok. Kalp, karaciğer ve akciğer aynen normal çalışmaya devam ediyorlar. Bunlarla beraber herşey sessiz ve sakin. Küçük adamın Nirvana'sındasınız. Bu arada biri gelip de onun, çöp yığını üzerinde bir sineğe benzediğini söylerse, dikkate almıyor. Belki kendine televizyon alabilecek kadar iyi kazanmıyordur.
(22 Kasım 1950)