Otel ve koku...

Eskiler, "Gökyüzünün altında yeni birşey yoktur" derken, insan oğluna/kızına dair aynı şeylerin farklı şekillerde ifade edilip durduğunu söylerler. Afrikalıların, "Her çiçeğin kokusu kendine hastır" atasözünü Cicero, kendi dilinde, "Parfüm değil, bizzat kendisi kokan kadın, en güzel kokan kadındır" diye ifade etmiştir. Tabii bu sözün sahibi olan kişi bir Romalı, hamamın mucidi bir kültürden geliyor. Hamamlar, bu toprakların da en özel yerlerindendir, mesela Trabzon'daki Selçuklu hamamını severim ve bu yapının halen hamam olarak çalıştırıldığına inanamayan birkaç yabancı dostumun da oraya girmesine sebep oldum. Ama bu yazıda beni ilgilendiren asıl konu, otellerdeki kokular.
Odanıza daha girerken sizin dikkatinizi, odanızı gösteren otel görevlisine değil, kendisine çekmeyi başaran oda kokusu. Ben bu konuda bütün dünya otelerinin birleşip insanlara bir komplo kurduğunu ve hepsinin o ucuz ve insanı bezdiren deterjan kokusunu bilerek benimsediklerini düşünüyorum. Burnum, Partick Süskind'in iğrenç kurbağası Grenouille kadar keskin değil, Süskind gibi geriye dönüşler kullanmayan fonetik dilli bir yazar gibi koku üzerinden macera aradığım da yok, ama Türkiye'sinden Çin'ine kadar otellerin neden o ucuz ve itici "temizlik deterjanı kokukusu"nu tercih ettiklerini merak ediyorum.
Yıllar önce daha Sulukule katledilmemiş ve sevgili şen Çingeneler orada müzik yapıp İstanbulluları eğlendirirken, yabancı bir fotorafçıyla bir eve misafir olmuştum. Çamaşırsuyu kokusunu daha önce de duymuş olmakla birlikte, artık bu kokunun adı geçince aklıma o Çingene evi gelir. Evsahibimiz kadıncağız, onlara "pis" demekte bir bahis görmeyen yurdum insanına inat, mikrocerrahi veya uzay istasyonundan daha temiz bir evde ağırladı bizi, ama anlaşılan çamaşır suyunu sık kullanıyordu ve bu kokuya artık alışmıştı.
Güney Çin'de nisbeten bakir ve temiz doğanın ortasında kaldığım otelde, gene o Türkiye'deki otellerden tanıdığım kokuyu duyunca memlekete gelmiş gibi olmak istemedim, zira amaç, memleketin "siyasi" havasından uzaklaşmak ve dostlarımla birlikte olmaktı. Gittiğim bölgenin en yakınındaki şehrin adı Guilin, "Güzel kokan çiçekler ormanı şehri" anlamına geliyor -ve doğru! Şehir resmen bölgenin tarçın çiçekleri tarafından parfümlenmiş vaziyette. Nereye giderseniz gidin, onca bisikletli ve mororsikletten bozma mini kamyonetli Çinlinin ve sallapati eski arabanın egsoz gazını takmadan, şehir muhteşem kokuyor. Ama oteller öyle kokmuyor elbette. "Aşırı temizlikten" olacak, girince heryer Kırşehir'deki veya geçen gün kaldığım Bergama'daki oteller kıvamında. Ama dışarıya, doğaya çıkınca heryer tarçın çiçeği.
Bu koku işini dindarların pek takmadığı gibi bir önyargıya sahibim, cami avlularında satılan hacı misleri, gül suları ve benzerleri, hiç hazzedilecek şeyler değildir, ama eski Mısırlıların "Güzel kokusuz geçen bir gün, kayıp bir gündür" sözünü de unutmayalım. Bu sözün, "gülmeden geçen bir gün...", "çalışmadan geçen bir gün..." falan gibi sonradan türetilmiş versiyonları da bulunmaktadır. Çin'de -hem de Beijing'de- duyduğum kadın kokularının Türkiye'deki çakma kadın parfümlerinden daha kötü olduklarını söyleyebilirim, -bir farkla: Çinli kadınların sürdükleri, buradakiler gibi gaz kokmuyor.
Vietnam'a komşu Guangxi eyaletinin ortasında bir yerde tropikal atmosferin hep yağmurlu mevsiminde doğada hayatımın yağmuruna yakalanıp iliklerime kadar ıslandıktan sonra aynı otele döndüğümde, sıcak bir banyo sayesinde titremeyi kesip yeniden normale dönmeye çalışırken duyduğum sabun kokusu, sadece odayı değil, tüm oteli kapladı. Guilin'e has o güzel kokuyu odama taşıyan sabuna ve odaları henüz temizlememiş güleç Çinlilere ve o bed deterjan kokusunu yeniden duymadığıma ne kadar sevindiğimi tarif edebilirim. Şöyle:
Banyodaki ve odadaki tüm aynalar buğulandı. Buhar, bölgedeki sivri tepeleri ve Li nehrini mistik bir tül gibi örten bulutçuklardan biri olup kapılardan pencerelerden dışarıya taştı. Ve ruhuma kadar ısınıp dışarıya çıktığımda, muz ağacından damlayanlar dışında yağmur damlası falan görünmüyordu. Ve o an, Almanya'nın genç şairlerinden sevgili Damaris Wieser'in bir sözünü, doğa bana resmen yeniden hatırlattı. Siz de kendi versiyonlarınızdan bilirsiniz:
"Hiçbir parfüm kokusu, ıslak toprak kokusuyla boy ölçüşemez."