Saate bakmak...

İlk kolsaatimdi, kadrajı dönebiliyordu, afilli bir şeydi ama sünnet acısını unutturacak kadar da güzel değildi. Randevularıma zamanında gitmek dışında asla dakik olmayan ben, o saat dahil daha sonra kullandığım iki kol saatini sadece süs eşyası kategorisinde değerlendirip, daha enteresan süs eşyaları keşfedince hemen bir kenera koydum. Dünyada ilk kol saatini üreten Girard-Perregaux, iki saatçi ailesinin evlenen çocukları tarafından 1856'da kurulduğuna göre, kol saati denen nesnenin tarihinin oldukça yeni olduğunu söyleyebiliriz. Firma 225'inci yaşgünü için yeni bir saat tasarlamamış ama kırk yıldır ürettiği "Laureato" adlı kolsaatini üretmeye devam ediyormuş, saatin tanesi de 14.700 Avro.
    Ben kolsatine alışamadım ve o sıçramayı yapamayıp cep saatinde kaldım. Köstekli cep saati, bazen masa çalarsaati kadar sesli tik-taklarıyla çok hoşuma gidiyordu. Günümüzde cep saatinden âlâ ses çıkaran ekstra bir kolsaati yapmışlar. Piguet marka saatin çelik "şasi"sinde özel bir akustik dizayn kullanıldığı için hediyesi 589.500 Avro. O seksendokuzbinbeşyüz Avrosu da bahşişi falan olmalı.
    Kapağını tek düğmeyle açıp baktıktan sonra "klip" diye kapatmayı ve çalışırken masamın üzerindeki halini sevdiğim köstekli saatimin zinciri dahil hepsi, o zaman Avro henüz icad edilmediğinden oldukça ucuzdu! Berlin'de bitpazarından veya Eminönü'ndeki saatçilerden alınmaydı. Sovyetler yıkıldıktan sonra o taraflardan gelme oraklıçekiçli proleter devdimcili tank gibi sağlam ama kaba Sovyet cepsaatlerinden de almıştım. İstanbul malı gümüş olanını, masallardaki ak sakallı dedelere benzeyen bir adamdan, telefon kulübesi kadar küçük ve de uçuk kaçık hıncahınç bir dükkandan almış, kaybedince de üzülmüştüm. O oldu.
    Ve saat denen alet, bundan yaklaşık yirmi yıl kadar önce hayatımdan tamamen çıktı, ama o günlerin anısına bit kadar küçük bir cep saati de saklamışım, dün buldum evimde. Eski günlerin anısına. Bu olayın ardından, saatlerle ilgili yabancı bir dergi düştü önüme ve erkeklerin saat merakı beni şöyle bir sarıverdi.
    Saat çılgınlığının Türkiye'deki izlerini, Selimiye kışlasında, İzmit ve İzmir saat kulelerinde, Dolmabahçe sarayının girişinde ve tabii politikacıların bileğinde görebilirsiniz. Bir zamanlar Viyana malı kalite fesi ve usta işi redingotuyla Pera'da turlayan her hali-vakti yerinde erkeğin yeleğinin orta düğmesi ile saat cebi arasında sallanan zincirlerin nasıl hissedildiğini ve de hissettirdiğini biliyorum, yelek de zincir de vardı bende, ama fes yetine yakama kara bir "Anarşi" yıldızı takmayı tercih ettiğimi söylemeliyim. Ve tabii Troçki gözlüklerim.
    Vesileyle saat endüstrisinin hangi denizlerde gezinip hangi tarlalarda otladığını merak ettim, öyle ya -artık her cep telefonunun şaşmaz saati var. Yetmezse bir App indirip ekranı istediğiniz modelde bir saate de çevirebiliyorsunuz. Eh bu duruma saatler biraz geri kalıyor -gibi bir ön yargıya sahiptim. Kesinlikle öyle değilmiş! Ucuz saat endüstrisinin biraz geri gittiği söylenebilir belki, ama millet de benim gibi "süs olsun" diye saat takıp, randevularına zamanında yetişmek için akıllı telefonuna bakıyor. Ya diğer marka saatler? İsviçre, saatin memleketi, bunca saati kime satacağız diye düşünüyor mudur?
    Okuduğum dergide önemli saat firmalarından birinin menejeri, "İnternet sayesinde dünyanın her yerinde saat satıyoruz, çünkü saat hâlâ bir statü sembolü ve varlıklı ünlü erkekler kadınlar için bir numaralı aksesuvar" diyor ve "saat" dediği aletlerin her birinin fiyatının elli bin Avrodan başladığını, parantez içinde "lüzumsuz" bir kısa cümlede okuyorsunuz. Dergiyi karıştırırken gördüm, Chanel'in kadınlar için çok sınırlı sayıda ürettiği, 16 karatlık 535 elmasla süslü Diamond Secret Watch modeli 1.200.000 Avroymuş. "Böyle saatler nerede takılır ki" diye de bir soru vardı kafamda, arada dürten. Operaya gideriken takılabilir, veya Rus Konsolosluğunda Osmanlı ailesi ve Romanof ailesi buluştuğunda (smokinimle birlikte o buluşmaya ben de şahit oldum, sahiden de öyle şeyler takmışlardı)...
    Yıllar önce Frankfurt metrosunda karşımda metrük ayyaş kıvamında bir adam oturuyor, bir sonraki durakta pırıl pırıl bir hintli kadın bindi ve yanıma pencere kenarına oturdu. Kadın en fazla otuz yaşında, incecik, çok güzel bir kadındı, başında zar gibi ince nar kırmızısı bir örtü, saçındaki süsleri gizlemiyordu. Gene koyu nar kırmızısı bir sari giymişti, ayağında sandaletler, alnında kırmızı noktası ve altın. Evet, kadının hızması, sayısız bilezikleri ve burnunun kenarında taktığı halkadan kulağına uzanan salkımına kadar kırmızı altındı. Gerçekten görülmeye layık muhteşem bir güzellik, incelik, zerafet ve altın. Adam, "hadi canım sen de" gibi bir şey söyledi. Kendi kendine itiraz etti. Önce anlayamadım. Sonra, kadına doğru bir el işareti yaparak, "Gerçek değil o taktıkları" dedi, o zaman uyandım. Kadın, bu kaba ve anlamadığı üslupla önce irkildi. Adam, küçümsediği ve hepsini temizlik işçisi sandığı Asyalı bir "yabancı"nın üzerinde bu kadar fazla altın olamayacağına ve taktığı şeylerin plastik falan olduğuna inanmış olmalıydı. O kendi kendine söylenirken, kadın da özür diler gibi mırıldanıyordu, ama kendi dilinde. Benim için de bir şok durumuydu. Homurdanan tipe gülmek gibi dangalakça bir tepki gösterdim sadece. "Hadi lan" falan diyebilirdim. Bereket fazla zorlamayıp hemen indi. Kadın, o indikten sonra ezilmiş ve moralsiz, taciz edilmiş gibi çökmüş bir halde cam kenarında oturdu. Birşeyler söyleyip gönlünü alamadım, kendi dilinden başka bir dil bilmiyordu. İnsan ne yapacağını şaşırıyor. İnen adama yükselen tepkiyi trende hissettim, ama ben dahil kimse ağzını açıp tek laf etmedi adama. İşte o kadının kolunda o pahalı saatlerden bir tane gördüm. Küçük, şık bir şeydi. Güzelliğini mükemmel tamamlıyordu. Başta, karşımızda oturan dallama olmak üzere, pahalı saatleri ve aksesuvarları kimlerin aldığı, nerede taktığı ve kimlere yakıştığı klişelerinin diklemesine çöktüğü gün olduğundan enteresandı. Olay bugün gibi aklımda. Kadın inince metronun ruhu da gitti. Önyargıları darmaduman olmuş saf-salak bir topluluğa dönüştük. Saat kaçtı bilmiyorum. Cep saatim yoktu, cep telefonum da henüz akıllanmamıştı, -ama onun saatine bakmak isterdim.