Eskiden bar işletmiş olmanın avantajıyla müzikten iyi anlayan Murakami Haruki, dev romanı 1Q84'ün daha birinci bölümünde, bizi minietekli sihirli tetikçisi Aomame ile birlikte, Çek besteci Leoš Janáček'le de tanıştırır okurunu. Prag'dan çıkan ve Dünya kültür hazinesine katkıda bulunan incilerden biridir Janáček. Benim adını bildiğim ama müziğini pek bilmediğim bir sanatçı. Ama "Aslan Asker Schwejk"i herkes bilir -yazarı Jaroslav Hašek bile, o romanı kadar ünlü değildir.
Önemli yazarların eşfedilme hikayeleri, her zaman heyecan vericidir. Bir sanatçının keşfedilmesi ve Dünyaya takdimi, her zaman enteresan hikaye örneklerindendir. Adını şimdi burada -ondan izinsiz- anmak istemediğim ünlü bir Türk yazarının açık yüreklilikle anlattığı kendi keşfedilme hikayesini ve o dönemdeki ruh halini ürpererek hatırlıyorum. Onu Türkiye'nin en çok satılan dergilerinden ve televizyondan da tanıyorsunuz. Onunki de basit ve çarpıcı bir hikaye. Tanınmış bir yazar olabilmek ve keşfedilmek için önce sahici bir yeteneğinin olması gerekir, yoksa varolmayan bir yetenekten "sahici sanatçı" çıkaramazsınız. Gerçek sanatçılar genellikle aşırı mütevazi, sıkılgan ve yalnız tiplerdir. Onlarla dostluk kurmak, onlara yaklaşmak da pek kolay değildir. Yazmayı bir yaşam biçimi olarak seçenlerin kendilerine ördükleri surları aşıp onlara erişebilirseniz, muazzam hazinelerle karşılaşabilirsiniz. Bu durumu en iyi, gene yazarlar bilir. Mesela Anton Çehov, yazarlığını pek ciddiye almayan ve bu yüzden kendini paralarcasına gezici köy doktorluğu yapmayı sürdüren biridir ve ölümünden hemen önce tüm mütevaziliğiyle, "Görürsünüz bak. Yazdığım her şey, ben öldükten birkaç yıl sonra unutulacak" gibi cümleler sarfetmiştir. Günümüzde Çehov, 80 dile çevrilmiş, kitapları en az 70 milyon adet basılmış, yazdığı oyunları hala kapalı gişe oynayan, kısa öyküleri -teknik itibariyle- hâlâ aşılamamış biridir. Dramaları, Shakespeare'inkiler ile birlikte dünyanın en iyilerinden sayılır. İşte onun gibiler, zamanın ruhuna uygun olarak bir şekilde "keşfedilirler."
1884'de Prag'da doğan Max Brod, zamanının tanınmış yazarlarından. 1915'de "Tycho Brache'nin Tanrı'ya giden yolu" romanını yazdıktan sonra üne kavuşmuş. Brod, sadece bir yazar değil, bir "kaşif" aynı zamanda. Janáček'i keşfeden ve onun Dünya tarafından tanınmasını sağlayan kişi. Ve İnsanlığa yaptığı en büyük iyiliklerden biri de, Schwejk'ın savaşa karşı duruşunu Almanca'ya çevirip kitabı dünyayla tanıştırmış olması.
Brod'un ünlü bir yazarken 1902'de tanıştığı Franz Kafka ise, o Yıllarda kimsenin tanımadığı bir yazar. 1924'de Kafka'nın ölümüne kadar onun en yakın arkadaşı kalan Brod, Kafka ölüm döşeğindeyken onun son isteğini de dinleyip ölmüşten beter oluyor. "Sevgili dostum" diyor Kafka, "ben öldükten sonra tüm yazdıklarımı ve roman taslaklarımı yakmanı istiyorum senden."
Max Brod, sevgili arkadaşının cenaze merasiminden sonra onun kitap taslaklarını ve el yazmalarını inceleyip, bu eserleri yakmanın Dünya edebiyatına büyük bir kötülük yapmak anlamına geleceğine hükmediyor ve oturup, Kafka'nın bütün eserlerini bir editör titizliğiyle yayıma hazırlıyor. Almanca dilinin bu bir numaralı Çek yazarının kitapları önce Amerika, Fransa, İtalya ve İngiltere'de dikkat çekiyor. Almanlar Kafka'yı ancak 1945 sonrasında yeniden keşfediyorlar. Ve bu öykünün kahramanı Max Brod, kendi romanları artık bilinmeyen ve okunmayan bir yazar olarak 1968'de Tel Aviv'de hayata gözlerini yumarken, ardında bir edebiyat fenomenini bırakıyor: Franz Kafka'yı.
Bana keşfedilme hikayesini anlatan ünlü Türk yazarının döne döne okuduğu yazar da işte o Kafka. Çünkü yazanlar bilir, her yazarın defalarca okuduğu ve hatta kendine örnek aldığı dev yazarlar, yani edebiyatın sahici üstadları vardır. Kafka, o ustalardandır ve onun tüm dünya dillerine çevrilmiş kitaplarını Max Brod'a borçluyuz...