Johnny Depp, hayatının mucizesi Tom Burton'ı anlatmaya çalışıyor

İnsanlar hayatlarının en önemli anlarını, genellikle birkaç sözle anlatırlar. O anların büyüsü, hatta kutsal bir dokusu vardır ve üzerinde o kadar düşünülmüş, o kadar güzel hatırlanmıştır ki, sözle ifadesi mütevazidir, uzun sürmez ve araya sessiz anlar da girer anlatılırken...
Elime, ünlü yönetmen Tim Burton hakkında bir kitap geçti. Yaşayan en enteresan Amerikan rejisörlerinden biri olan bu orijinal adam 1958'de Kaliforniya'da doğmuş, açıkçası çizer olduğunu bilmiyordum. İlk filmini 1971'de onüç yaşındayken çekmiş.
Bu adamın sineması, tüm diğer Amerikalı tanınmış rejisörlerle kıyaslandığında, oldukça garip, orijinal, trajikomik, kısacası pek sınıflandırılamayacak tiptedir. Korku filmlerini sevmediğim için, onun korku-komedi filmlerini de çok severek izlediğimi söyleyemeyeceğim ama gerçekten çok orijinal fikirlere (ve tiplere) sahip biri olduğunu söyleyeceğim.
Kitaba Johnny Depp -hani şu korsan Jack Sparrow'u oynayan aktör- bir önsöz (hatta iki önsöz) yazmış. 1963 doğumlu bu iyi aktöre birçok rolü üzerinden hayranlık duyduğumdan, hemen okudum. Nezle-grip yorgan-döşek yatarken insan daha mı bir sentimental/duygusal oluyordur bilmem, Johnny Depp'in Tim Burton'u takdimi,  hayatımda okuduğum en güzel teşekkür yazılarından biri aslında...
Size Depp'in önsözünden bir bölüm sunmak isterim elbette. Ama önce, Depp'in hayatının mucizesini nasıl, hangi basit sözlerle anlattığına gelelim...
Acaip adıyla"John Christopher Depp II" (Depp I, babası oluyor), müzikle uğraşırken, arkadaşı Nicolas Cage sayesinde figüranlıkla giriyor sinemaya. Sonra hemen okuluna gidiyor falan ve televizyonda bir dizi oyuncusu oluyor. Nefret ettiği -ama ünlü olduğu- dizi, okullarda suça eğilimli telebe kovalayan "çocuk benizli" polislerin hikayesi. Depp bu dönemini tam bir karabasan şeklinde anlattıktan sonra, hayatının Tim Burton ile kesiştiği ânı anlattığı önsözüne, "1989 Kışında British Columbia'da Vancouver..." diye başlıyor. Hayatının kontrolünü kadere bırakmış, nefret ettiği bir rolü oynayan, doğru dürüst sinemantecrübesi olmayan, karam karam kararmış bir adam. İşte manejeri o günlerde ona bir senaryo getiriyor okuması için. Tim Burton'un Türkçeye "Makas Eller" diye çevrilen filminin senaryosunu okuyan Johnny Depp resmen çarpılıyor.
"Böyle bir şeyi hayal edebilmek ve bir film halinde kurgulamak, bu mükemmellik beni öyle derinden sarstı ki, oturup bir çocuk gibi ağladım."
Johnny Depp, senaryoyu okuduktan sonra, bu filmin kahramanı Edward'ın kendisi olduğunu düşünüyor. Ve senaryoyu bir daha okuyor. "Mesele para, kariyer hırsı falan değildi" diyor. "Bu rolün büyüsüne kapılmıştım, beni esir almıştı" diyor. Ama Tim Burton'la konuşmaya gitmek istemiyor.
"Ben uyduruk bir televizyon oyuncusuydum. Aklıbaşında hiçbir rejisör, beni bu rol için angaje etmezdi." Manejeri ısrar ediyor ve onu zorla Los Angeles'a gönderiyor...
"Rejisörü, bu rolü oynayacak kişinin ben olduğuma nasıl ikna edebilirdim? Şansım sıfıra yakındı."
Bel Age Otelin Café'sinde görüyor onu. Yanında film yapımcısı da var. Heyecandan ve sigara içmekten ne söyleyeceğini bilemeyen Johnn Depp, Tim Burton'un karşısına oturuyor.
"Soluk benizli, kırılgan görünen, üzgün bakışlı bir adam. Saçının bir tarafı kalkmış, bir tarafı yatık, hiç tarak görmemiş biri." Depp'in içinden geçen ilk laf, "keşke önce iyi bir uyusaydın birader" gibi bir şey. Tim Burton'un sürekli haket eden elleri dikkatini çekiyor. Konuşma anını, "Konuştuk, ya da öyle birşey" sözleriyle ifa ediyor Depp. Yarım cümleler, karşılıklı kesilen sözler. Plastik üzümlerin sinemada ne kadar canlı durduğu veya inek şeklindeki süt kaplarının pervers güzelliği...
Daldan dala atlayan bu konuşmadan sonra Johnny Depp, ne konuştuklarını bile tam anlayamadan Tim Burton'dan ayrılıyor...
Hiç umudu yok. Tam bir depresyon. Rejisörle sözler üstü bir yerden iyi anlaştıklarını anlaması, onu daha da üzüyor, çünkü rolü alacağı konusunda hiç ümidi yok...
"Bir gün telefon çaldı açtım. 'Makas elli Edward sensin' dedi. Telefonu ahizenin yanına açık vaziyette koydum ve sözü yavaş yavaş tekrarladım. 'Makas elli Edward sensin.' İnanamadığım için bunu herkese, önüme gelen herkese anlattım. Tim riske giriyor ve beni angaje ediyordu. O anda bunun hayatıma Tanrısal bir müdahale olduğunu düşündüm. Bu rol, sadece kariyerimde tayin edici önemde değildi, benim için özgürlük demekti, yaratıcı olmak, deneysellik, kendi kendimle hesaplaşmak, kendimi yeniden bulmak demekti. Burton beni, tüketim odaklı televizyon dünyasından kurtardı. Kendi hayatım üzerinde yeniden kontrol kurmamı sağladı. Bana maledilen başarının büyük bölümünü, o garip sohbete borçluyum. Yoksa, kendime olan saygımı yitirmemek için televizyondaki işimi bırakacaktım. O rolümden sonra Tim sayesinde Hollywood bana kapılarını açtı.
Artık nasıl bir film çevireceğine de bakmıyorum, oynuyorum. Onun hayallerine, zevkine, espri anlayışına, kalbine ve aklına gözü kapalı güvenirim. O benim gözümde gerçek bir dâhi. Ve bu sözcüğü, gerçekten sık kullanmam. Onun sanat işlerinin tam tarifi yapılamaz. Büyü değil, çünkü bu durumda seyircinin kandırıldığı düşünülebilir. Tam bir marifet de değil, öğrenilebiliyor. Tim'e "Film üreticisi" demek de tam yerinde bir tabir değil. Burada "dâhi" sözü daha iyi uyuyor. -Sadece filmleri konusunda değil, çizimleri, fotorafları, fikirleri, düşünceleri...
Bu kitaba bir önsöz yazmam istendiğinde, bunu, eskiden bulunduğum yerin perspektifinden, beni kurtardığı yerden bakarak yazmayı düşündüm: kaybetmiş biri, dışlanmış, yerine başkası konabilecek sıradan bir televizyon oyuncusu.
İnsanın bu kadar saydığı ve bu kadar dostluk beslediği biri hakkında yazması zor. Onunla aramızdaki Oyuncu-Rejisör ilişkisini yazmanın zor olduğu gibi. Tim'in birbiriyle alakasız sözler söylemesi, başını yana eğmesi, bözlerini kısması, bana bir şekilde bakması, onu anlamama yetiyor. O zaman bir sahnede benden ne istediğini anlıyorum, ona istediğini vermek için elimden geleni yapıyorum. Tim hakındaki düşüncelerimi bu yüzden sadece kâğıt üzeride anlatabilirim. Bunları yüzüne söylesem, çılgın bir gülücük eşliğinde, gözüme bir tane patlatır.
O bir sanatçı, bir dâhi, çıkıntı, cesur, inanılmaz komik, sadık, uyumsuz, dürüst bir dost, bir arkadaş. Ona çok şey borçluyum ve ona, sözle ifade edebileceğimden daha fazla hayranım. O kendine münhasır bir klasa sahip. Ayrıca Sammy Davis Jr.'ı ondan daha iyi kimse taklit edemez.
Şimdiye kadar hem toplum dışı olup hem de toplumanbu kadar iyi uyum sağlamış biri görmedim -kendi usulünce.
Johnny Depp. New York, Eylül 1994"