Mihail Mihayloviç Zoşçenko / "Çabuk uyu yoldaş"

Açıkyüreklilikle ifade edecek olursam, seyahat etmeyi sevmem. Bir yerde gecelemek meselesi, bütün seyahat iştahımı kaçırır. Şimdiye kadar yüz üzerinden ancak iki kere doğru dürüst otel odasına denk gelebildim. Son seferinde de yer bulmam tam bir tesadüftü. Beni otelde başka biri sandılar. Sonra anladılar tabii ve bana odadan çıkmayı önerdiler, ben de zaten ayrılıyordum oradan. Başta, gösterdikleri yakınlığa şaşırmıştım. Kapıdaki görevli bana, "Size itiraf etmeliyim ki odanızda bir sorun var, camı kırık. Gece kedinin biri odanıza zıplarsa korkmayın lütfen" dedi.
   Şaşkın şaşkın, "Kedi neden odama zıplıyor ki?" diye sordum. Görevli, "Dışarıda aynı hizada bir çöp yığını var ve hayvanlar sık sık yollarını şaşırıyorlar" dedi.
   Odaya girer girmez kedi psikolojisini derhal çözdüm. Orada nereye gideceklerini kolayca şaşırırlardı tabii. Ben lüks apartman dairelerinde oturmaktan yana biri olmasam da, bu pis odacık biraz canımı sıktı. Yatağın üzerinde, "Çabuk uyu yoldaş, yastığına başkalarının da ihtiyacı var" yazılı bir afiş asılıydı. Ama en çok, odanın ortasındaki su birikintisine şaşırdım. Suyu süpürecek birilerini çağırdım, kimse gelmedi. Sonra olayı kapıdaki görevliyle konuştum. Bana, "Odanızda bir su gölü varsa, belki bu, oraya biri su dökmüş demektir. Personelden kimse müsait değil, yarın suyu oradan silip atarlar, ama o zamana kadar da kurumuş olur, bizim buralarda hava sıcaktır" dedi.
   Ben, "Evet ama oda oldukça rahatsız, çok karanlık. Mobilya niyetine sadece yatak, bir sandalye ve öylesine bir sandık var" dedim. "Başka başka oteller de var tabii, mesela Konstantinowka'da üzerime bir masa örtüsü örtmek zorunda kaldım..."
   Kapıdaki görevli, "Biz daha masa örtülerine kadar düşmedik" diyerek sözümü kesti. "Karanlık meselesine gelince: Odada desen çizmeyeceksiniz. Çabuk uyuyun yoldaş ve lüzumsuz gevezeliğinizle idareyi meşgul etmeyin!"
   Adamın beni kışkırtıp bir münakaşaya neden olmasına izin vermeden odama döndüm, soyundum ve afişi bir kere daha okudum. "Çabuk uyu yoldaş, yastığına başkalarının da ihtiyacı var." Sonra yatağa girdim. Önce bana ne olduğunu anlamadım. Bir dağdan kayar gibi, yataktan aşağı kaydım. Yatağın nasıl bir şey olduğunu görmek için doğrulmak istedim ama ayağımın başparmağı, çarşaftaki deliklerden birine girmişti. Parmağıma takılan çarşaftan nihayet kurtulunca gaz lambasını yaktım ve kendi halime baktım. Anlaşıldığı kadarıyla yatağın baş tarafı aşağıya doğru eğimliydi ve yatan birinin yatay bir vaziyette yatakta kalabilme ihtimali bulunmuyordu. Yastığımı yatağın ayakucuna koydum, bavulumu da yatağın altına sürdüm ve böylece yatağa ters yatmış oldum. Şimdi de yatmaktan ziyade otururvaziyetteydim. Bu sefer paltomu ve bir dosyayı, yatağın altına, ortaya sürdüm. Bu kararlı inşaa işinden sonra iyi, doğal ve tabii "hızlı" bir uyku çekmek amacıyla yatağa uzandım. Daha uykuya dalmadan, tahta kuruları ısırmaya başladılar. İki üç tahta kurusu olsalardı pek de rahatsız etmezlerdi, ama burada bir ordu süvari birliği hücum ediyordu. Onlara karşı derhal planlı bir savaş açtım, ama savaşın en sıcak anında gaz lambası söndü. O savunmasız halimle oflayıp puflayarak, küfürler savurarak, odada bir aşağı bir yukarı volta atmaya başlamıştım ki, ahşap duvara vurulduğunu duydum. Kaba bir kadın sesi, "Allah kahretsin, gece uyku vakti ne demeye deli gibi tapinip duruyorsunuz" diye bağırdı.
   İlk şaşkınlığım geçince, top gibi gürleyen karşılıklı küfürleşmeler geldi. Birbirimize neler söylediğimizi burada anlatmaya terbiyem müsade etmiyor. Komşu odadaki kadın, "Eğer sizinle bir şekilde karşılaşırsam, yumruğu kafanıza yiyeceksiniz, bunu bilmiş olun" dedi.
   Buna büyük bir memnuniyetle cevap verirdim ama akıllı davranıp, odadaki sandığı duvara çarpmakla yetindim -ki, ateş ettiğimi sansın. Bunun üzerine hemen sustu. Ben yatağı duvarın dibinden çektim, etrafına da maşrapayla su dökerek bir daire çizdim ki, dışarıdan tahta kuruları yatağıma tırmanamasın. Lanet tahta kurusu ısırıklarına rağme uykuya dalmaya çalışırken, duvarın arka tarafından korkunç bir çığlık duydum. Aramızda yeniden alevlenen "muhabbet" dolayısıyla anladığım kadarıyla, kedi, oda komşumun yatağına sıçrayıp onu korkutmuştu. Salak kapı görevlisi herşeyi karıştırmıştı. Bana kedi sözü vermişti ama benim değil oda komşumun camı kırıktı.
   Gene biraz dalmışım, ama öyle sinirliydim ki, uykumda sıçrıyordum ve her sıçrayışımda yatağın yayları gıcırdıyor, ben de uyanıyordum.
   Gün ağarmaya başladı, yatağı karyoladan alıp yere serdim. Beni bir rehavet kaplamıştı ki... Bahçede bir elektrikli testere çalışmaya başladı.
   Yorgun, uykusuz, yeşil bir suratla o uğursuz oteli terkettim ve oraya bir daha adım atmamaya yemin ettim. Tabii kader, benimle aynı fikirde değildi. Oradan ayrıldıktan yüz kilometre sonra trende, otelden ayrılırken bana, benim pasaportum yerine başka birinin pasaportunu verdiklerini farkettim. Pasaport bir kadın pasaportu olduğundan, onunla yolculuğa devam etmenin imkanı yoktu. Ertesi gün otele geri döndüm. Pasaportun sahibi olan oda komşumla karşılaşacağım için canım fena halde sıkkındı. Anlaşıldığı kadarıyla o da benim pasaportumla yola çıkmış ve geri dönmüştü. Ama bu yüzme öğretmeni, korktuğum gibi biri değil, muhteşem bir kız çıktı. Ve gece yaşadığımız drama rağmen çok iyi anlaştık, iyi arkadaş olduk. Görüleceği gibi, seyahat etmenin ve otelde kalmanın bazı avantajları da var.

(Yazarın da birçok hikayesinin bulunduğu, 1958'de yayınlanan "Schlaf schneller Genosse" adlı hikayeler seçkisinden çevrilmiştir.)