Gece sahur vakti yemyeşil bir sahil kasabasında dolaşırken farkına vardım cascanlı kedilerin. Biri, sahildeki yığma kayaların arasında fare avlarken, öbürü kocaman bir çekirgeyle oynuyordu. Çekirgeyle birlikte nasıl sıçradığını gördeydiniz, kedilerin dünyanın en mükemmel yaratıklardan olduğu kanaatine siz de varırdınız. Victor Hugo boşuna, "İnsan kaplanları okşayabilsin diye Tanrı kediyi yarattı" dememiş. Leonardo da Vinci de, "Kedi, doğanın şahikasıdır" diyerek eli en yüksek tutan sanatçıdır benim bildiğim. Neon yeşili spor ayakkabılar ve kot pantolonla mahalle arasında davul dımbırdatan ve gümbürdeten ve de her kesi ayağa kaldırmaya yeminli cin çıfıt bir davulcunun arkasından tek bir terlik fırlatılmadı ama ben asıl kedilere şaştım. O nazik kulaklar, adamı kaale bile almadı. Fare avı ve çekirge numarası devam etti.
Kedilerle ilgili değil, onların Güney Amerika'daki soylu büyük abisi Jaguarlarla ilgili çeviri bir yazı okumuştum -yazarının adını unuttum. Yazı, Gabriel Garcia Marquez tadındaydı.
Burada bi duralım...
Gezi İsyanı başladığından beri benim gazete okuma katsayım dip yaptı. Türkiye'ye geldiğimden beri son onbeş küsür yıldır her gün tüm Türkçe gazeteleri okur idim. Son bir-iki yıldır okuduğum gazete sayısını düşürmüştüm. Gezi olayı öncesinde gazete okumayı, ikisi hariç bırakmıştım. Artık yazarları internet ve sosyal medyadan takip ediyorumi son bir yıldır da sosyal medyada yaşıyorum -sayılır.
Türkiye'de yıllardır "Medyanın geleceği" yazıları yazılır ve ben bunları okurum. Gerçi dişe dokunur çok iyi yazılar okuduğumu hiç hatırlamıyorum ama gelecek hakkında birşeyler söylenir, bir kenera not edersiniz.
İnternet medyası ve sosyal medyanın Türk medyasını resmen bitirdiği Gezi sürecinde, bugünkü Türk medyasının nasıl şekil değiştirdiğini, otosansür uygulayanlarla iktidar bültenlerinin paçavraya döndüğünü gördüm. "Dikkatli dikkatli" yazan gazeteler de yavaş, sosyal medyanın hızına ulaşamaları mümkün değil. İşte bu hengamede birşey dikkatimi çekti. Biz Türkiye'ye bakarken, Türk bayraklarıyla sokağa inen Brazilyalılar sağolsunlar, -gösterdiler.
Güney Amerika'da yepyeni bir gazetecilik türü yükseliyor. Aslında "Gazetecilik" diyerek olayı küçültüyor muyum diye düşünmüyor da değilim, zira çıkan yazılar resmen edebiyat!
Truman Capote'nin "Soğukkanlılıkla" (In Cold Blood) adlı Sel yayınlarından geçtiğimiz yıllarda çıkan kitabını okuduysanız, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınızdır. Belgesel roman. Capote, seri cinayetler işlemiş bir katili uzun süre izler, onunla konuşur ve sonra adamın ruhuna kadar sızan ve tamamen gerçeklere dayanan bir roman yazar. Güney Amerika'da patlayan bu yeni edebi gazetecilik türüne Cronica diyorlar ve bu yazıların hepsi gerçek olayları anlatan kalıcı eserler.
Ben Türkiye'de bu türe benzeyen reportaj anlamında bir tek Yaşar Kemal'in ve Yılmaz Çetiner'in uzun yazılarını biliyorum (başkaları da vardır mutlaka). Marquez'in de gazetecilikle başladığını hatırlayalım bu arada.
Yeni tür bu asil gazetecilik türünün kedilerle ilişkisi, mükemmellik üzerinden. Türün starları arasında hemen Meksikalı Laura Castellanos'u, Perulu Gabriela Wiener'i, Arjantinli Martin Caparros'u ve ille de aslar ası Salcedo Ramos'u saymalıyım.
Güney Amerika'nın Gezi gençliği gibi angaje, iyi eğitimli, dünyaya açık, yaratıcı, zevk sahibi genç nesli, bu yeni edebi gazeteciliğe hayran. Kuru politika/yorum yapan büyük gazeteler hızla okur kaybederken, sosyal medya hızla bir numara haline gelirken, gazeteci tipi kaliteli edebiyat yazıları hızla yükseliyor. Kural basit: Kesinlikle dürüst ve angaje olacaksın, yazdığın şeyi damarlarına kadar birlikte yaşayacaksın ve yazacaksın. Yazdığın şey objektif olmak zorunda değil, ama senin derin duygularının tercümanı olacak, gerekirse sen de kanayacaksın, sen de çığlık atacaksın ve olayı kendi sübjektif gözlüğünden gördüğün gibi anlatacaksın, -gerçek olayları...
Bu yazılar gebellikle uzun. Bu yazıların çıktığı dergiler yok satıyor. Bu yazılardan derlenen kitaplar yok satıyor.
Böyle bir gazetecilik türünün neden Avrupa'da değil de Güney Amerika'da yıldızlaştığını, bu türün en önemli yazarı Salcedo Ramos, bir tek cümleyle özetliyor:
"Durumu iyi olan halklar, inanılmaz derecede can sıkıcılar." İşte bu yüzden, sıkıntı ve yalnızlıktan korkmamak için kedilere ihtiyaçları var, -en azından Daniel Defoe bu fikirde...