İstiklal Caddesi'nde Galatasaray Meydanında, Onuncu Yıl anıtının yanında bir dostumu bekliyorum. Tam önümde, İstiklal'e doğru çıkan tek tük taksiler, orucun en zor geldiği sıcak öğle saatlerinde bezgin görünüyorlar. Ara Cafe'nin hemen yanında köşede, orta yaşlı güzel Roman bir kadın oturuyor. Başında sakız gibi bir yemeni, koyu renkli ama çiçekli bir şalvar giymiş. Cafe'nin modern kum rengi sandalyelerinden birini köşeye çekmiş orada. Hayatından memnun görünüyor. Orada oturuyor ve gelene-geçene bakıyor. Önümde, taksilerle bir şekilde ilgili görünen, belki parkçı veya onlardan bilmemne parası toplayan biri gibi duran genç biri var. Onun yanında, çok temiz yüzlü, tertemiz beyaz ütülü gömlekli, Ayhan Işık stili bembeyaz bıyıklı, esnafa benzer biri daha var -ne beklediği belli değil.
Biz orada gölgede dikilirken, Eski model gümüş rengi bir otomobil durdu ve içinden zorlanarak Yaşar Kemal indi.
Onu en son, bir-iki yıl önce Günter Grass ile buluştuğunda bu kadar yakından gördüm, masada nerdeyse karşısında oturuyordu. Çok zayıflamış ve eşinin kolunda gene zorlukla, kısa adımlarla yürüyor. Son gördüğümde üzülmüştüm, bu kez üzülmedim, çünkü oldukça neşeli görünüyordu. Onlar ağır ağır Yapı Kredi Yayınları'na doğru yürürlerken, roman kadın onları gördü ve hemen ayağa kalktı. Yüzündeki sevgi ve saygı ifadesini burada tarif edebilmek isterdim. Bu o kadar hoşuma gitti ki anlatamam. Çifte yaklaştı ve güler yüzlü bir saygıyla birşeyler söyledi, Yaşar Kemal de ona bir-iki söz etti, kadın mutluluktan uçtu. Yaşar Kemal kadını selamladı ve yollarına devam ettiler.
Roman kadın, onlar Yapı Kredi binasına girinceye kadar sandalyesine oturmadı ve bakışlarından, yazarın takılır düşer mi diye endişeye kapıldığını da görebiliyordunuz.
Sonra gene dönüp sandalyesine oturdu ve etrafını seyretmeye devam etti.
Benim önümde duran Taksi şeysi tip, kadına gitti, ona birşeyler söyledi ve kadının altındaki sandalyeyi aldı, getirdi benim önüme, orada dikilen üç kişinin arasına yo kenarına koydu. Kadın biraz sonra, plastik bir kutuyla gelip, aynı yerde bu kez plastik kutunun üzerinde oturmaya başladı. Biraz neşesi kaçmış görünüyordu.
"Afedersin ama, kadının sandalyesini neden aldın, burada boşta duruyor, biri mi gelip oturacak?"
Bu ben! Dayanamadım. Genç tipe böyle dedim. Temiz yüzlü beyaz gömlekli adam da bana katıldı.
"Evet sahi, kadını yerinden niye kaldırdın?"
"Fazla merak tehlikelidir. Herşeyi sormayacaksın."
Tipin cevabı bu oldu! Ben sormaya devam ettim.
"Ben fazla merak edince, o tehlike senden mi gelecek?"
"Bilmediğin şeye karışmayacaksın."
"Yani merak ettim. Sandalyeye oturmuyorsun, orada yol kenarında tutuyorsun -ondan..."
"Bilmediğin şey."
"Bilmek için alim falan mı olmak gerekiyor? Ben senden gelecek şu tehlikeyi merak ettim -bi göreydik!"
Burada biraz tereddüt etti...
"Burada yolun ortasında, tanımadığın birini tehdit ettiğinin farkında mısın?"
"Ben kimseyi tehdit etmedim ki."
"İşte ben de meraklıyım ve merakım nasıl tehlikeli olacak merakla bekliyorum."
"Abi yanlış anladın."
Burada tipe ne söylediğimi yazmayayım, ama biraz sarsıldığını ve sarardığını ekleyeyim!
"Abi yanlış anladın, ben sandalyeyi geri veririm."
Biz burada diğer adamla konuşmaya başladık, o götürüp sandalyeyi kadına geri verdi. Beklediğim dostumun ancak ondan sonra gelmesine sevindim, yoksa onu meydanda bekletmek zorunda kalabilirdim.
Kadın sandalyeye oturdu ve bu arada yaşanan tartışmadan tamamen habersiz, etrafına bakınmaya devam etti. Ben oradan hemen ayrılmadım. Dostumu Yapı Kredi Yayınlarının kitapçısına soktum ve bir yirmi dakika daha o tipi kestim. Hayır, sandalyeyi kadından almadı. Bir daha da alacağını sanmam!
Yaşar Kemal bu hikayenin tam ortasından bir kere daha geçti, ama ben göremedim.