Her akşam bir film seyretmek adetini ilkgençliğinden beri sürdüren biri olarak, iPad'imde daima birden fazla film bulundururum ve bu filmlerin en az yarısı, daha önce seyrettiğim filmlerden oluşur. eyrettiğim komedilerden, Almanca repliklerini ezbere bildiğim "Some like it hot" ve benzerlerini saymıyorum. Ama son bir yıldır tekrar tekrar seyrettiğim bir Türk filmi var ve vizyona girdiğinden beri, çeşitli nedenlerden dolayı Türkiye'de tek favorim...
Bir ara "gülmek" konusuna sarıp Frankfurt kitapçılarını hallaç pamuğu gibi atmış ama hiç kitap almamıştım. Eh gülmek hakkında o kadar ciddi kitabı görünce, "Konu neydi? Positronların enerji transferi mi, anarkosendikalizm miydi?" olabiliyorsunuz -ki, bu yeterince komik zaten. Ben, Siegmund Freud'un bu konularda 1905'de yazdığı bir kitabın yirmi sayfasını kitapçıda okuyup almadan bıraktım. Filozof Nicolai Hartman'ın 1953 model "Ästhetik" kitabındaki "Estetikle ilgili sorun alanlarının en zoru 'Komik'le ilgili olandır" beylik lafına da çok gülmüştüm açıkcası. Evet "Mizah ciddi bir iştir" bunu Aziz Nesin'den de biliyoruz, ama o kadar da ciddi olmamalı. Mesela Yılmaz Erdoğan'ın Ezgi Mola için yazdığı düz mantık replikleri de, filmin takıldığım iki "sorunlu" konusundan biri. Faruk: "Soğuk". Eylül: "E buz." Yılmaz Erdoğan, bu düz mantık repliğini, Faruk'a gülelim diye yazmış olabilir, ama komik olan asıl Eylül'ün sözleri. Ve bu tarz, bi dönem Türkiye'de marifet sayılıyor, herkes böyle lise fizik öğretmeni gibi konuşup, karşısındakinin mantık hatalarıyla... Neyse! (Bir dönem benim de kapıldığım bir şey) Ama bu "tarz"ın hala sürdürülmesini "ilginç" bulmak dışında bu film, fikir olarak tek kelimeyle mükemmel. Senarist filmi yazarken, film bir taraftan da oynanıyor. İşte bunun için Yılmaz Erdoğan'ı sahiden kutlamak gerekiyor. Bazen işi filmden kopmaya kadar götüren bazı replikleri ve Sinan'ın (Tolga Çevik'in) arkaları kalkıp kendini ele veren peruğunu saymazsak (yani kötü makyaj), hemen filmin mucizelerine gelebiliriz. Burada İsfendiyar tipini yaratan da oynayan da çok başarılı. Buradaki muazzam makyajı yapanla peruk makyajını yapanın kesinlikle iki farklı kişi olduklarını iddia edebilirim sanıyorum, çünkü İsfendiyar şekli şemaline sokulan Tolga Çevik'in makyaj için beş saat gibi bir süre "berber koltuğu"nda oturduğuna dair bir kısa gazete haberi okudum.
Charles Chaplin'den Buster Keaton, Harald Lloyd'a, oradan Jacques Tati'ye, Jerry Lewis'e ve Woody Allen'a kadar, sinema denen şeyin, kariyerine esasen komedi olarak başladığını söylersek pek de abartmış olmayız. Ve Türkiye, bir komedi filmleri cenneti. Evet "Ya komedi ya aşk filmi" diye bazen kızdığım da oluyor. Başka konular yok kadar az, varsa da kötü, ama komediler, Türkiye'nin film açığını en iyi kapatan seyirlikler. Vahi Öz'den Öztürk Serengil, Sadri Alışık'a kadar eski ölümsüzler var, ama nisbeten daha yeniler de Kemal Sunal, Şener Şen gibi dev oyuncular. Japon kültür ateşesinden yıllar önce duyduğum bir sözü de buraya yazmadan edemeyeceğim. Genç ateşe, özel hazırlanmış Japon çayından bir yudum alıp, "Eğer Kemal Sunal filmleri Japoncaya çevrilip orada oynatılsa, kesinlikle hit olur" demişti ve öyle heyecanlıydı ki bunları söylerken, Japonların pek yapmadığı gibi bardağını sehpanın üzerine bırakıp, sözlerini jestlerle destekledi. "Patron Mutlu Son İstiyor" filminin Meksika'da "En iyi romantik komedi" ödülü ve "Californiya Film Award" alması bir tesadüf değil tabii.
Yaklaşık on yıldan beri asla ve kat'a televizyon seyretmiyorum. Tolga Çevik ile Ezgi Mola'nın televizyonda iyi işler çıkarttıklarını duydum, okudum, ama bu filmde gösterdikleri performans hoşuma gitti. Ezgi Mola için yazılmış, "el değmemiş Türk kızı" rolü, 1950'li yılların Amerikan bakirelerinden bile daha tutucu olsa da ona yakışmış. Tolga Çevik ise gerçekten çok iyi. Zınk diye sarhoş olup dilinin dolaşmaya başlaması birz hızlı oluyor, ama sonunda bu, oynanırken yazılan bir film ve böyle şeyler hiç rahatsız etmiyor.
Şimdi, asıl kutlanması gereken kişiye, senarist Yılmaz Erdoğan'a geliyorum. Bu film, Yılmaz Erdoğan'ın rüşdünü dünya aleme kanıtladığının resmidir. Rejisör Kıvanç Baruönü de hikayeyi çok iyi çekmiş. Fonda Kapadokya'nın güzelliği, filmi daha da çekivi kılıyor. Tüm tipler orijinal ve güzel. Hikaye harika. Görüntü çok iyi. Müzikler cuk oturmuş. Bilge Atçı Arif'i oynayan büyük aktör Erkan Can, Taksi şoförü Ersin Korkut, tamirci Mustafa Uzunyılmaz, resepsiyonist kız, çok iyiler. Ve şimdi sinema seyircisi bundan bir tane daha istiyor. Komik olacak, göbeğinde bir aşk hikayesi olacak ve sonu mutlu bitecek... İtiraz yok!