Bugün Galatasaray civarında bugünkü yazı konumu düşürdüm! "Kahrolsun bağzı şeyler"den sonra bu kez de "Konu bulamadım" başlığıyla çıkabirdi bugünün mikroblogu, ama imdadıma Ethem, Ali İsmail, Mehmet, Abdullah, Medeni yetiştiler. Artık birer Melek olan bu arkadaşların yüzlerinin aksini Beyoğlu sokaklarında görünce, en güzel devrimin bizim devrim olduğunu dşünüp, en yakışıklı savaşçı meleklerin de Gezi'nin ardındaki Sonsuz Gökyüzü'nde yaşadıklarını ve "Rejimi kökünden kestirip atmak" konusunda pek kural-kanun tanımamakta ısrar ettiklerini hatırladım.
Devrim konusunda yazı yazmayı sürdürdüğüm ve bu arada "kim ne yazmış" diye baktığım süre zarfında elimden geçen kitaplardan üçü, Nassim Nicolas Taleb'indi. Bu adamın kitaplarının Türkçeye çevrilip çevrilmediğini bilmiyorum da, "Narren des Zufalls" (Tesadüf budalaları) kitabı tam bir hayal kırıklığıydı. Yazdığı her haltı ille de CEO'ların ve "yaşam koçları"nın kullanabileceği malzemeye dönüştürme ardniyeti, "Bestseller" yazmanın numaralarındandır. Türkiye'de "Kişisel Gelişim" gibi aptalca bir üstbaşlık taşıyan popüler kitapların da kendine göre böyle niyet ve ardniyetleri vardır. Roman "branşı"nda bu, kitapta ille de "bir aşk hikayesi bulunsun" şeklinde ifade bulur. "Tesadüfler" konusunun, "firmanıza nasıl kar ettirirsiniz" konusuna bağlandığı yerlerde ben koptum ve yazdığım Devrim yazısına noktayı koydum, ama devrim daha yeni başladı -biteceği de yok...Herkesin bir merakı vardır. Taleb'in merakı "Tesadüf" fenomeni. Bu yazıyı okuyanların ilgi alanlarından en az birinin de Devrim olduğunu sanıyorum! Devrime katkı babında ben de burada büyük devrimlerden bir-ikisinden şöyle bir bahsedeyim dedim. Tarihteki en büyük devrim ne Fransız devrimidir ne de Rönesans-Reform falandır, hatta endüstri devrimi ve iPad devrimi falan da hikayedir. Bence insanlık tarihinin ilk büyük devrimi Tarım Devrimidir ve Anadolu'da Urfa dolaylarında başlamıştır -başladığı yere de gittim, gördüm...
Göbeklitepe ve civarındaki kazı alanında, Prof. Klaus Schmidt'in gösterdiği, 10.000 yıllık o inanılmaz tapınak bir yana, etrafta bir yürüyüş yaptığınızda, heryerde yabani buğday filizi görüyorsunuz, ve tabii çakmak taşından yapılmış taş bıçaklar buluyorsunuz. Şaşılacak kadar keskin, avuçiçi kadar küçük, su damlası şeklinde yassı şeyler.
Schmidt'in bu konuda yazdığı kitap tam bir baş yapıttır ("Sie bauten die ersten Tempel", 2006), gerçekten çok ayrıntı içerir, ama insanların toplayıcılık ve avcılıktan vazgeçip buğday ekmeye başlamaları olayının sonuçlarını yeterince incelemez (incelemek zorunda da değildir, o işi de başkaları yapmalıdır). İşte tam o noktada ben tarım devrimin nasıl hafife alındığına bakar şaşarım...
Tarım devrimi, insanların -şimdi normal saydığımız- birçok temel özelliğinin başlangıç noktasıdır, mesela şekil-şemalleri bile Tarım Devrimi tarafından şekillenmiştir diyebiliriz. Buğday odaklı yemek kültürü başlayınca insan oğlunun kuvvetli çenesi küçülüp, kadınlardaki o en zarif halini almıştır. "İşine bakıp önderliği bir insan çobanına bırakmak" da, "hergün hergün it gibi çalışmak" fikrinin "Emek" adı altında çukulataya batırılıp kutsanması fikri de, David Graeber'in iki yıl önce dünyaya gösterdiği "Borcuna sadık olmak" kutsal ahlakının ahlaksız kökeni de, birçok "Normalite"nin kökeni gibi, tarım devrimine kadar gider.
Tarım Devrimini yapanların tek güçlü yanı, "Bilgi üzerine bilgi eklemek" şeklinde özetleyebileceğimiz bir birikim oluşturmayı icad etmeleri. Bugünün uygarlığı, o mantık üzerine kurulu. Tarım devrimi yapanların antitezi göçebeler, tarlalarda elinde orakla eğik gezenlere "Yatuk" adını takıp onları kıra kıra bitirememişler. Eskinin ekmekçi zayıf yaratıkları, bugün tüm dünyaya hakimler -son Papua ormanına, Antartikasına kadar... Tabii giremedikleri ve bunun farkında olmadıkları yerler de var (adı bizde saklı!)
Her devrim bir yerde biter, yeni bir dev dip dalgası, yani bir devrimler silsilesi başlatır. Başlangıçta bunun devrim olduğuna inanmazsınız. Göbeklitepe'deki yabani buğdaylar gibi cılızdır, ama yüzlerce ve binlerce yıl sonra tüm dünaya hakim olabilir.
Şimdi Kapitalizm-mapitalizm diye koca bir dünyanın sadece dış kapısının dış mandalı bir sistemi eleştirip konuşurken, "sonunu kimsenin göremeyeceği bir devrim de bizim illerden çıkıyor" desem ne dersini? Gülersiniz! Ben de gülüyorum, -zaten Gezi de bir kahkaha devrimi. Şimdi başlayan bazı şeyleri başlatanlar, onların sonuçlarını göremeyecek. Anadolu'nun güneyinde buğday eken tipler de kapitalizmi görememişlerdi. Şimdi fark, herşeyin eski zamanlardan bin kere daha hızlı yaşandığıdır. Yani bundan yüz yıl sonra sınırı-mınırı olmayan, zenginliğin zeka ve yaratıcılıkla ölçüldüğü bambaşka bir dünya kurulduğunda, Gezi'nin melek devrimcileri de unutulmamış olacak, adları ormanlara, gök olaylarına, rüzgarlara verilecek. Nasıl başladığı unutulmayacağından, dünyaya kıvılcım çakan en büyük Devrim bizim Devrim olacak, çünkü nereye varacağı henüz bilinmiyor, ama vardığı yerden, başladığı Gezi'ye bakılabilecek, aradaki onbin yıllık bir unutkanlık mesafesi bulunmayacak. Devrimin nereye gittiği muğlak, ama Gökyüzüne uzandığınıdan herkes emin...