O aslında Paris'e bir tren bileti almıştı. 4 Ocak 1960 gününün gazetelerini, lüks bir
Facel Vaga FV
otomobilde okuyamazdı. Ayrıca erkeklerle sohbet etmeyi de pek sevmezdi.
Bir zamanlar günlüğüne şöyle bir cümle yazmıştı: "Neden kadınlar?
Erkeklerin muhabbetinden nefret ederim." Nefret değil belki ama, ben de
erkeklerle muhabbetten pek hoşlanmam -hele Türkiye'de...
Albert Camus,
bu tarihten üç yıl önce tüm edebi eserleri için bir Nobel Ödülü almış
olmasına rağmen kırık bir adam olarak yaşamakta olduğundan mıdır,
kadınlarla olan sorunlarından mıdır, yoksa Madame Gallimard da arabada
olacağından mıdır, işte her nedense, yayıncısının yeğeni
Michel Gallimard'ın ısrarına dayanamamış ve o otomobile binmiştir...
Benim
tanıdığım "Fransız otomobilleri" envanterinde, Facel Vega diye bir alet
yok. Ben mekik gibi Citroen'lerin Avrupa'nın en orijinal ve asortik
arabaları sayıldığı, Peugeot 404'lerin neredeyse çizgi romanlardan
fırladığı yılların çocuğu olarak, 1958'de üretilmiş bu otomobili hiç ama
hiç duymadım. Neredeyse asfalta dokunacak kadar alçak, 180 beygir
gücünde, saatte 200 kilometre hız yapabilen, V8 Amerikan motorlu iki
kapılı otomobil, "
La Peste" (Veba) romanının yazarı Camus'yü güneydeki Lourmarin'den Paris'e götürecek...
Camus,
benim ortasondayken kocaman gözlerle okuduğum sıçanlı "Veba" romanını
yazmaya, Alman Wehrmacht orduları Stalingrad'da ilk yenildisini aldıktan
sonra, -bunu duyar duymaz- 1943'te başlamış. Kitap 1947'de
yayınlandığında Camus,
Combat gazetesinin ünlü yayın yönetmeni olarak zaten tanınan bir yüz...
Albert
Camus, 7 Kasım 1913'de, yani bundan tam yüz yıl önce Cezayir'de,
Mondovi'de doğmuş. Üç kuşaktan beri Cezayir'de yaşayan Fransız bir
ailenin oğlu. O zaman "Fransız Cezayiri"nin nüfusu 9 milyon kadar ve
Fransa kökenli Fransızların nüfusu da sekizyüzbin. Albert'in babasının
hayatı, daha o bir yaşındayken Marne cephesinde Birinci Dünya Savaşı'nda
sona ermiş ve annesi onu ve abisi
Lucien'i alıp, savaştan sonra memleketi Cezayir'e dönmüş...
Albert'in
toplum içinde itibarını yükseltme dürtüsünün ateşini annesiyle abisi
yakmıştır diyebiliriz sanıyorum. İspanyol asıllı annesi, okur-yazar
değil, işitme sorunları var ve biraz konuşma engelli. Abisi de öyle. Ve
Albert, kendini göstermek için daha ilkokulda futbolcu, kaleci ve en iyi
okullara gitmek istiyor, bunun için herşeyi yapıyor....
Albert
Camus, utandığı annesi ve abisini arkadaşlarından saklayadursun,
yakışıklılığıyla dikkat çekiyor ve yeni kurulan Cezayir Üniversitesi'nde
Felsefe bölümüne girip, orada vamp bir entelektüel kızla tanışıyor:
Simone Hie.
Daha sonra evlendiği bu kız ona ilk kez, daha üst sınıflara ve tanınmış
kişilere uzanan kapıları açıyor. Albert'in bir Solcu olduğunu söylemeye
bilmem gerek var mı. Camus, daha 1935'de, Cezayir'deki Solcuların ortak
örgütü Halk Cephesi'nin aktif üyesi ve bir yıl sonra da Komünist
Parti'ye kayıt oluyor...
Tüm yazarlar gibi Albert Camus de sıradan
bir işten parasını kazanmış. Türkiye'de bir ara tüm yazarlar nasıl
reklam şirketlerinde metin yazarlığıyla uğraşır, hatta eskiden
istidacılık yaparlarmışsa, o da Cezayir'de Metalürji Enstitüsü'nde
memur. Bir tür katip, veya öyle birşey...
Ben Veba romanını
ürpererek okurken, oradaki birçok sözün ne demeye yazıldığını, bazı
sözlerin de zamanın polemikleriyle ilgili tarihe not düşmek amacı
güttüğünü bilmiyordum. Mesela "Veba"da, "Ama bana, az sayıda insanın
ölümünün, kimsenin öldürülmediği bir dünya için zorunlu olduğu
söylenmişti. Bu bir ölçüde doğruydu ve belki ben böyle yüksek gerçekleri
anlayabilecek mertebede değildim" der. Bu ironik cümle, doğrudan
-zamanın Sovyet yanlısı Komünistlerine giydirmek amacıyla yazılmıştır.
Bulgaristan'dan gelmiş bir babanın Sovyetlerle sorunlu Solcu bir oğlu
olarak, ilk okuduğumda anlamadığım bu cümleyle daha sonra dost oldum
olmasına ama
Jean-Paul Sartre hiç dost olamamış...
 |
Facel Vega FV |
Camus ve Sartre, İkinci Dünya Savaşı sonrasının iki
büyük yazarı, iki büyük entelektüel devi. İkisi de kendine göre Sol'un
ilahı, Sartre Camus'den sekiz yaş büyük, şehla, o da kadınları çok
seviyor, ama Camus kadar yakışıklı olma ihtimali sıfır, karısı
Simon de Beauvoir
Camus'ye asılıyor, Camus kadını reddediyor, tüm bunlara rağmen Camus ve
Sartre arkadaşlar, iyi dostlar. İkisi de Varoluşçuluk felsefesinin en
önemli isimleri, ikisi de
Gallimard Yayınevi'nin yazarı, -ama birbirlerini çekememeye başlıyorlar ve işte buradan, Camus'nün neden böyle kırık olduğuna geliyoruz...
Sartre,
nurlu ufuklar, kızıl sosyalizm, insanın kurtuluşu uğrunda eh biraz kan
dökecek olmasını "anlayışla" karşılıyor. Ve bu anlayışının sınırlarını,
Stalin'in Rusya'nın yarısını Gulag'lara göndermesine, Sovyet Komünist
partisinin yarısını da astırıp kurşuna dizdirmesine kadar genişletiyor.
Sartre, kan denizinde de yüzseler, Sosyalistlere ve Komünistlere toz
kondurulmamasından yana. Camus, Stalinizmin mezalimine cılız bir sesle
karşı çıkıyor. Sartre'ya, "Veba"ya yazdığı o cümle gibi ironik
cümlelerle dokunduruyor. Camus'ye göre, angaje edebiyat yerine angaje
aktivistler gereklidir. Sartre ise, angaje bir edebiyattan yanadır.
"Edebiyat Nedir" adlı inanılmaz polemikler, sert dil ve derin yazarlık
bilgisi/kuramı içeren kitabında, "Her yazınsal yapıt, bir çağrıdır" der
ve Camus'nün başını neden yediğini de, istem dışı bir kesinlikle şöyle
ifade eder: "Sanatsal yaratışın belli başlı dürtülerinden biri, hiç
kuşkusuz, dünyaya oranla daha önemli olduğumuzu duyma gereksinimidir..."
Daha önemli...
Evet
Camus ile feci bir polemiğe girip, onu "Sağcılaşmak"la suçlaması ve
bunun için de o kılıçtan keskin ve sivri dilini kullanması, Camus'yü can
evinden vurur...
Solcuların birbirine karşı ne kadar acımasız
olabildiklerini bilen biri olarak, bu acımasız yaftalamanın Camus'yü
mahvedeceğini bile bile "eleştirilerini" sürdüren Sartre'nın sonradan
pişman olduğunu da unutmayalım. Sartre çok sonra, "Camus, benim son gerçek
dostumdu" demiştir. Ama Camus'nün hayatının son dönemini entelektüel
çevreden "Sağcı" diye dışlanmasına neden olmaktan hiç rahatsız
olmamıştır, sonra üstüne üstlük 1968 gençliğinin yıldızı da olmuştur,
hapiste
Bader-Meinhoff tutuklularını da ziyaret etmiştir vs. Ama
yalnız ve kalbi kırık Albert Camus de, Paris'e gitmek için, dangıl bir
yeğenin ısrarına uymuştur...
Lüks arabasını büyük yazara göstermek
için gaza asılan Michel, arabanın arka lastiği patlayınca kontrolü
kaybediyor ve araba sağ ön tarafından, yani Albert Camus'nün oturduğu
taraftan bir ağaca çarpıyor. Camus olay yerinde can veriyor, Michel
Gallimard, on gün sonra hastanede ölüyor. Arka koltukta oturan Madam
Gallimard ve kızı kurtuluyorlar...
Facel Vega firması, 1959 yılından itibaren ucuz otomobil üretmeye kalkmış ve
Facellia
adını verdiği ürünü, motorunun bir türlü istenen şekilde
çalıştırılamaması yüzünden, Sartre'nın Nobel Edebiyat ödülünü reddettiği
1964 yılında iflas etmiş. Camus'nün ölümü ile yarım kalan ve taslağı da
kaza alanında çamurun içinde bulunan son romanı "
Le Premier Homme"
(İlk Adam), 1994'de, gene Gallimard yayınlarından çıktı. Tamamlanmamış
da olsa, Albert Camus'nün kızı tarafından yayına hazırlanan ve son
yolculuğunda yanına aldığı son kitabı, yazarın en iyi kitabı sayılıyor.
Kitap Türkçeye hemen
Tahsin Yücel tarafından çevrildi ve
Can Yayınları tarafından yayınlandı...