Ben sahici müzisyenlerle tanışmak şerefine nail oldum. Mesela Fazıl Say, şimdi adını buraya yazmak istemediğim ünlü bir Yunanlı müzisyen, Udo Lindenberg -ki hala bir efsanedir. Hemen yanında olduğum halde tutuldum, konuşamadım ve tabii Cem Karaca ve diğerleri...
Müziği küçümseyen adamları adam yerine koymam -çünkü müzik, insanoğlunun/insankızının beyninin sağ ve sol yarısının birlikte işlediği, benim "bedenin düşünmesi" diye adlandırabileceğim bir olayı tetikleyen en yaygın en popüler şeydir ve insanın ruhsal anlamda yücelmesinin de en elementar enstrümanıdır...
Japon kılıcı kullanmak hakkında bir fikir sahibi olanlar bilirler, hareketlerin otomatikleşmesi, yani bedenin belli vuruşlara, kılıçla belli hamlelerle karşılık vermesi, hiç düşünmeden olur. Bu olayda düşünceyi devreye sokan, yenilir. Müzik de bunun gibidir. Müzik yapanların çaldıkları müzik aletlerinden çıkan o muhteşem melodiler, çalanın hiç düşünmeden ortaya koyduğu şeylerdir...
Müzikle profesyonel bir şekilde ilgilenmenin eşiğinden, daha bir Ortaokul talebesiyken, bir Pop grubunun solisti olmak üzereyken direkten dönmüştüm. Ama eskiden rüyasında bile şarkı söyleyen biri olarak müziğe olan ilgim asla azalmadı...
Müzisyenler önce ikiye ayrılır: İyi müzisyenler ve diğerleri...
İyi müzisyenler de ikiye ayrılır: Orijinal müzisyenler ve diğer iyi müzisyenler...
Orijinal müzisyenlerin özelliği şudur: Yaptıkları müziğin herhangi bir parçasının sadece bir kısmını duysanız bile onları tanırsınız. İmzalarını, müzikleriyle atarlar...
Ben Philip Glass'ı, bir filmin müziği ile tanıdım, Francis Ford Coppola'nın dünyanın parasını bayılıp tek kuruş kazanmadığı "Koyaanisqatsi" filmiyle. Bu filmden daha önce de bahsetmiştim. Bir Hopi kehanetini, dünyanın beyazlar tarafından mahvedilişini anlatıyor. Sadece muazzam görüntüler ve tabii Philip Glass'ın acaip, orijinal ve etkileyici müziği eşliğinde. Filmi, Berlin'in bir program sinemasında keşfedip en az on kez izledikten sonra, plağını da almıştım. Kocaman siyah bir LP ve üzerinde kırmızı köşeli harflerle o uzun sözcük yazıyordu. Daha sonra "Kundun" filmi geldi -bu kez Beyoğlu'ndaki bir program sinemasında, Alkazar'da seyrettim. Filme sırf onun müziği nedeniyle gittiğimi itiraf edeyim. Dalay Lama'nın çocukluğunu anlatan harika bir filmdi. Ondan önce "Mishima" vardı elbette. Seppuku yaparak kılıçla gazetecilerin önünde intihar eden son Japon. Büyük yazar Mishima Yukio'nun hayatını anlatan bir filmdi. Philip Glass'ın plaklarının çoğunu aldım, bazılarını aradım durdum. Onun ezgilerini duyar duymaz hemen "Bu Philip Glass" dersiniz. Bugün bir klasik müzik parçasında onun stilini duyunca önce kulaklarıma inanamadım. O klasik müzikten ayrılma biridir ama...
Sahiden oydu ve hiç duymadığım bir parçasıydı. 2013'de yapılmış bir plakta, Symphony No. 8 Movement I, II, III ve Duo No 1, 2, 3, 4'ünü çalıyor. Ardından Hapsichord Concerto'su geliyor...
Gecenin müzik gıdası Philip Glass'dan...