Aslında gecenin bir numaralı konusu, Amerika ve oradaki hayattı, ama Amerika'da piyasaya çıkar çıkmaz büyük ses getiren "Fareler ve insanlar" romanına geçilmiş, edebiyat muhabbeti başlamıştı. Prusyalı bir babanın oğlu John Steinbeck'in romanını başından sonuna yarım saatte bir güzel anlatan Fehmi Bey, sözlerini bitirince derin bir sessizlik oldu. Üzerinde tütün dumanının sis gibi salındığı ahşap masadaki beş bira bardağı, üçüncü kez tazelenmiş olmanın rehavetiyle yeniden havaya kaldırılıp tokuşturulmayı bekleyedursun, beş kişi arasında ve belki son yıllarda Beşiktaş'ta oturup da Londra üzerinden Amerikaya uçmuş tek kişi olan Fehmi, alkışlanmayı bekleyen sirk cambazları gibi iki yanındaki edebiyatçı arkadaşlarına baktı ve arkasına yaslanıp sağ eliyle bıyığını burdu. Fehmi, eski adamlar gibi, hatta Enver falan gibi bıyıklarını yukarıya kaldırmak için limon suyu bile kullanmaktaydı.
Son zamanda moda olan Hitler bıyığıyla Yahya Kemal'e benzemekten hoşnut Nazif Bey, başını gerdan kırar gibi yana eğerek, "İyi hikaye, ama biraz fazla bolşevik etkisi altında sanki" dedi. Ünlü şair gibi kiloluydu ve ciddiyeti asla elden bırakmazdı.
Karga burunlu fotör şapkalı Mehmet Bey, şapkasını baş parmağıyla geriye iterek, "Böyle bir romanı bu memlekette kimse basmaz" dedi. Fehmi neşeli bir kahkahayla, "Kaliforniya'da yasaklanma ihtimali var zaten, ama kimin umurunda. Kitap gerçekten iyi" deyip bıyıklarının ıslanmasına aldırmadan koca bir yudum aldı birasından. Mümtaz, bence biz de elaleme bakmayalım ve istediğimizi yazalım, sahici yazarlık da bunu gerektirmez mi?" diye ortaya bir soru atıp çekildi.
"Gerekir gerekmesine de, nerde o yazarlar, nerede o eserler?" deyip gülen Fehmi, sadece onun hissedebildiği kadar kayan protez cam gözünü şık bir hareketle göz boşluğunda düzeltti. Onun bu hareketine alışkın arkadaşları hiç oralı olmadan, övdüğü Kaliforniya şaraplarını damaklarında hissetmek adına biralarını yudumladılar. Zengin bir ailenin oğlu ve Türkiye'nin Amerikan büyükelçiliğinde katiplik yapmış olan Fehmi, Amerika'dan gelirken getirdiği bir sandık dolusu kitabı, daha gemide okumaya başladığını ve Doğu ekspresi Sirkeci garına ininceye kadar üç roman okuduğunu söyleyip, okuduğu romanları anlatmaktaydı.
Masadakiler, üçüncü bardakların son yudumlarını alırken, bir ara dört kişi birbirlerine bakıp "zamanı geldi" diyen ortak ifadenin güvencesiyle sustular. Pek konuşmayan Nizamettin, sinekkaydı traşlı yüzüne musallat olan sineği yeniden kovalayarak, "Fehmi, biz kararlaştırdığımız gibi bir edebiyat dergisi çıkarmak istiyoruz artık, Babıali'de eksikliği hissedilen bir şey, halk gazetelerdeki tefrika romanları deli gibi okuyor, bizim dergiyi de okur diyoruz" dedi.
Fehmi, biraz canının sıkıldığını belli etmemeye çalışarak, hafiften başını salladı ve Nizamettin'in sözünü bitirmesini bekledi.
"Amerika'ya son gidişinden önce burada toplanmıştık, hatırlarsın. Dönüşte senin pederden, dergi için başlangıç sermayesi ayarlayabileceğini söylemiştin. Dergide her hafta sen de kitap yazılarıyla katkıda bulunacaktın, eh malzemeyi getirmişsin. Başlangıç sıkıntısını atlattık mı tamamdır, gerisi gelir, dergi tutar. Eminiz." Nizamettin masaya doğru eğilerek, "değil mi Mehmetciğim?" dedi.
Mehmet, uzun bir cevap verip Nizamettin'in kurduğu ciddi atmosfere halel getirmemek adına, sadece "Evet evet" deyip somurduğu sigarasının dumanı ardına saklandı.
Fehmi, bu konuyu çabucak kapatıp Amerika maceralarını anlatmaya devam edebilmenin şevkiyle, "Valla şimdilik biraz zor, ama bir fırsatını bulursam pederle konuşmayı denerim" deyip, uzun bacaklı Amerikalı afetler konusuna geçti.
Fehmi'nin ipe un sermekte olduğunu anlayıp ilk tepkiyi veren, Mümtaz Bey oldu. Fehmi'nin bir Amerikalı sarışını nasıl tavladığını anlattığı sırada, "Fehmi, senin bir göz eksiğin olsa da, kimse anlayamıyor, inan" dedi. Fehmi bir kahkaha daha atıp, "sevecen bir bakış insanı sempatik yapıyor mirim, karşı tarafın da ilgi varsa..."
Mehmet, sigarasından bir nefes daha çekti ve başını kaldırıp ağzını hafif açarak, "Senin hangi gözün camdı?" diye sordu. Bunu söylerken sigara dumanı ağzından, rüzgardaki mangal ateşi gibi savrularak çıkmıştı.
Fehmi Bey, başparmaklarını pantolon askısına takarak arkasına yaslandı ve "Sağ gözüm" deyip sırıttı.
Mehmet, "Hah işte" dedi. "O gözün daha sempatik ve daha anlamlı bakıyor."
Denize düşen Fehmi, önündeki bira bardağına sarılırken, dört arkadaşı da birer kahkahayla geceyi onurlandırdılar ve bardaklarını son kez tokuşturup sağlığa kadeh kaldırdılar. Fehmi Beyle son kez...