1930'lu yılların başı, iki yaşlı adam Adalar vapurunda birinci mevkide aynı yuvarlak masanın kenarına ilişmiş, sohbet ediyorlar. Bembeyaz sakallı Rum tüccar, bir sessizlik anında az şekerli kahvesini höpürdetirken, kolalı dik yakalı papaz da yuvarlak masanın üzerinde duran Cumhuriyet gazetesine bir göz gezdiriyor, sonra yakın gözlüklerinin üzerinden tüccara dik dik bakıyor. Prens adalarının ilki Kınalıada'ya yanaşmalarına daha bir saate yakın zaman var. Sohbet konusu tıkanmış, ilerlememekte.
Tüccar, yeleğinin cebinden çıkardığı köstekli saatinin kapağını açarken, papaza hiç bakmadan, "Hayır, ben hayaletlere inanmıyorum" diyor. Bu sözü değişik versiyonlarda üçüncü kez tekrarladığından, aslında sohbet birmiş de sayılabilir, ama papaz pes etmek istememiyor. Akşam vapuru neredeyse tamamen boş, etrafta yeni bir sohbet başlatmaya değecek bir birinci mevki sakini de görünmüyor.
Papaz, koltuğuna yaslanıp, sivri sakalıyla tüccarı hedef alarak başını kaldırıp, "Ama bir hayalet görseydiniz inanırdınız değil mi mirim?" diye alaycı bir ifadeyle sorar. Gülümserken yüzündeki kırışıklar onu olmak istemeyeceği kadar muzip göstermiştir. Toparlanıp ciddileşir.
"Hayır" der tüccar. "Görseydim de, onun sadece bir hayal olduğunu bilirdim."
Papaz, sivri bir bıçakla dürtülmüş gibi ani bir hareketle masaya yaklaşır ve tüccara öfkeyle sırıtarak tehditkar bir tonda, "Eh o zaman inanacaksın demektir dostum, çünkü ben bir hayaletim" der.
Tüccar, saatini yeleğinin cebine sokuşturup önündeki kahvesinden bir yudum alırken, fincanın üzerinden de karşısında oturan papazı süzer. İşte o sırada papaz, tüccarın gözünün önünde sigara dumanı gibi saydamlaşıp dağılır ve uçup gider, kaybolur.
Fincan elinde öylece kalakalan tüccar, son yudumunu almadan kahvesini masaya bırakır ve etrafına kuşkulu gözlerle bakınır, birinci mevki neredeyse boştur. İkinci mevkiyle aralarındaki süt rengi buzlu camın ardından geçen bir iki gölge ve birinci mevkinin kanepelerinden birinde başı önüne düşmüş uyuklayan şişman bir memur dışında kimseleri göremez. Beyaz peşkirli garson da, birinci mevkinin büfesinde kendi işiyle meşguldür, Devlet Deniz Yolları'nın Paşabahçeye yaptırdığı kahve fincanlarını silip parlatmaktadır.
Tüccar, beyaz sakalını sıvazlayıp, vapura binmeden önce bir alacaklısıyla yaptığı rahatsız edici tartışmanın onu kötü etkilediğini düşünür ve tabakasından yassı bir sigara çıkarıp yakar, arkasına yaslanır. Kendi duyabileceği bir sesle, adeta fısıldayarak, "Zaten hayaldi" der. "Sadece hayaldi."