Hiç farkına varmadan ezdiğiniz bir kır çiçeği bile hayatınızı değiştirebilir, hem de sonsuza kadar...
Londra'lı hassas şair Helen Maria Williams, gazeteciliğin yeni yeni keşfedilmekte olduğu 1793 yılında otuziki yaşında, Paris'te bir İngiliz gazetesinin muhabirliğini yapıyor. Yıl, Fransız Devrim Anayasasının yazıldığı, XVI. Lui'nin giyotine gönderildiği, Marat'ın öldürüldüğü yıl. Ve yaşadığı küçücük olaylar üzerinden bütün bu önemli olayların hepsini etkiliyor. Helen, o devirde ondan beklediği gibi hanım hanımcık evcil bir kadın değil. Öyle görünmeye çalışıyor ama aslında hiç öyle biri değil. Erkek gazetecileri hayretler içinde bırakacak kadar girişken. Evli bir adamla ilişkisi var ve kendisi gibi bir de arkadaşı var. O da, Fransız İhtilalinin hareketli atmosferinde ortaya çıkan ilk önemli kadın hakları savunucusu Mary Wollstonecraft. Kadınlara sadece erkeğin hizmetçisi görevi biçen erkek milletini kızdırmakla meşguller. Mary de, Amerikalı bir maceracıyla hızlı aşk modunda. Farkına varmadan tarih yapan iki özgür kadın.
Hikayeye, yelkenli gemisiyle dünyanın etrafında yeniden turlamaya kalkan Georg Forster da katılıyor. Bu adam karısıyla sorunlu biri. İşte bu üç gerçek kişinin gerçek hayatlarındaki ayrıntıları anlatan bir kitabı okurken, küçücük şeylerin, tarihin gidişatını nasıl etkileyip değiştirebildiğini, özel hayatımızda yaşadığımız küçük, hatta küçücük şeylerin önemini, onların tarihin akışını bile değiştirebildiğini görüyorsunuz. Efsane insanların özel hayatlarına, onları hangi küçük şeylerin etkilediğine bakıp, hayatın asıl güzelliğinin ve heyecanlarının o küçük şeylerde gizli olduğunu bir kez daha farkediyorsunuz. Ve bunu anlamak için insanın kendine dürüst olması yetiyor. En son ne zaman bir tek çifte kavrulmuş fıstıklı lokumun, herşeyden daha önemli hale gelebileceğinin farkına vardınız? -Kelebek etkisi diye birşey duymuşsunuzdur mutlaka. Ama, bir tek nar tanesinin kırk yıl hatırının olabileceğini biliyor musunuz? Ya bir sarılışın hatırı ne kadardır?
Ben çalışırken masamda mutlaka küçük şeyler olur. Not defterimin kenarında kırmızı minik bir Matchbox traktör gezinir, minik bir kaktüs iPad'imin kenarından bana bakabilir, porselenden minnacık bir ayakkabı defterimin üzerinde durur. Bunların hepsi, bana güzel anları hatırlatan minik şeylerdir. O minik şeyler ve onların temsil ettiği güzel duygular olmadan, dünyada büyüklük de olmaz zaten. Herşey görecelidir. Ve herşeyin ebadı, verdiğiniz değer kadardır.
(Sözü edilen kitap: Ursula Naumann, "Auf Fosters Canapé", 2012)