İki liseli kız ve metroda sabah...


Metroda gidiyoruz. Yanıma oturan iki kızdan, kumral olanı "Ayyyy!.." diye çınlayan bir reaksiyon gösterince gördüm -yoksa elimdeki iPad'e yoğunlaşmış vaziyetteyim, gözüm kimseyi görmüyor.
"Ay sms'i yanlış çocuğa gönderdiim!"
Onbeş-onaltı yaşlarında iki kız. Sürekli kıkırdamayı kesip çığlığı basınca başkalarının da dikkatini çektiler. Sabah. Metro kalabalık. Ayakta duranlar omuz omuza. Millet atlar gibi ayakta uyuma modunda. Böyle uyandırılmak çoğunun hoşuna gitmedi. Ama kızlara laf söylemeye üşendiler.
"Yanlış çocuğa 'Seni seviyorum' dedim! Hani şu paspal Berke var ya ona."
"Iyyy!.."
Ben bunu duyunca, gayr-ı ihtiyari gülümsedim. (Eskiler böyle derdi!)
Sarışın olan öne doğru eğildi, "Kız sen öyle şeyler söylüyo musun Kemal'e?"
"Seviyorum kızım seviyorum, Allah Allaah!.."
Sonra bu sözünü daha kısık sesle tekrarladı ve başını arkadaşının omzuna koyarak, yüzünü kızın sarı saçları arasına gizledi, ayaklarını iyice uzattı.
"Kemal'i seviyorum işte ne var?!.."
Diğer'i ona birşeyler söyledi ama benim dikkatim, hemen önümde ayakta duran iki kadına ilişti. İkisi de kırk küsür yaşlarındalar, kızların anneleri olabilecek kadınlar ve kızlara gözleriyle adeta, "Kız ağzını yırtarım senin o nasıl söz?!" tonunda bakıyorlar. (Yer de vermiyorlar tabii!) Hele biri dudaklarını da büzmüş, "Şimdi tokadı yersin"ler eşiğinde. İyi giyimli, beyaz yakalı kırk yaşlarında bir adam da uzaktan kızlara öyle bakıyor ki, "Hah babaları da buradaymış" diyeceğim. Kızların umuru değil. Onlar konudan konuya atlıyorlar ve hep gülüyorlar. Kumral kız bir ara bana dönüp kibar kibar, "Kitap mı yazıyorsunuz?" diye sordu. Açıkcası Evet, ama hiç sohbet havasında değilim, dikkatimi dağıtmaya pek niyetim yok, yazmaya devam etmek istiyorum. Çünkü metro, benim yazı yazdığım yerlerden biri.
"Evet..."
"Kitabın adı ne?"
"Daha koymadım."
(Aslında kitabın adını koydum tabii, ama söylesem, konu uzayacak!)
"Adınız ne?"
"Söylemesem" deyip gülümsüyorum. Benimle meşgul olmayı bıraksalar da devam etsem. Yanındaki sarışınla fısır fısır birşeyler konuşuyor, sonra bana dönüp, "Hiç yazar görmemiştiiim" diyor.
Birden kendimi sahneye çıkmış gibi hissediyorum, çünkü o dik bakışlar dahil, metroda duyan duymayan tüm uyuyan atlar uyanmış, beni kesiyorlar -bu arada bendeki dikkat sıfır. Ne yazdığımı ne yazacağımı unutuyorum. Sarışın olanı beni kurtarıyor.
"Ben yazar gördüm daha önce."
Yazar sohbetine kendi aralarında devam ediuorlar. Ama ikisi de tüm içtenlikleriyle öyle güleç bakıyorlar ki sonra, konuşmamak imkansız.
"Siz kaçıncı sınıfa gidiyorsunuz?"
Bu soru anca ilkokul ilk sınıf çocuklarına sorulur, ama benim aklıma da gele gele bu soru geliyor işte.
"Lise iki" diyorlar bir ağızdan.
"Ha öyle mi" falan gibi birşeyler geveleyip, iPad'de kitaplarıma dalıyorum, yazmak ne mümkün. Sonraki durakta el sallayıp, iyi günler diliyor ve iniyorlar.
Ve onlar inince, metronun içinden hayatın da onlarla birlikte indiğini düşünüyorum -bu yazıyı yazma nedenim de bu zaten.
Meğer o iki kız, canlı olduklarından rahatsız etmişler metro ahalisini. Sonra o karamsar, gülmeyen sessizlik metroya geri dönüyor. iPad'i çantama koyup insanların yüzüne tek tek bakıyorum -bakma sırası bende! O kadınlardan biri gözlerini hemen indiriyor. Baba ayakları attıran banka müdürü kılıklı adam bir süre sonra başka yerlere bakıyor, çünkü bakışlarım adamı oyabilecek kıvamda.
Bu kadınlar, bu erkekler, bir zamanlar o kızlarla aynı yaşlarda olduklarını, lisedeyken aşık olduklarını, her şeye nasıl güldüklerini tamamen unutmuş görünüyorlardı.
Metrodan, ıslıkla Glenn Miller'ın hayat dolu komik "Chattanooga Choo Choo"sunu çalarak indim...
Kalabalıktı. Ama bu parçayı ıslıkla çalmayı severim...
Merhaba hayat!