Okumamak üzere aldığınız, kütüphanenizde dikmedirek köşede cezalı duran, ama bunu haketmemiş kitaplar vardır. Varlıklarıyla yetinirsiniz. Orada bir tür nostalji olarak dururlar ve gözleriniz onun sırtında severek gezinir, ama kapağını açmaz, açsa da okumaz...
Uzunca bir zaman önce, uzunca zamandır el sürülmemiş ve kitapların ellenmeden dura dura birbirine kaynayıp tek bir direniş kalıbı halinde -okurlarını değil tabii- okumayanlarını protesto ettiği bir kitaplık görmüştüm. Henüz "Sırtı yeşil kitaplar da satıyor musunuz" diye soran insanların kitapçılardan içeriye girmeye cesaret edemediği yıllardan kalma bir kitaplıktı ve evde ziyaret ettiğim kişileri unuttum ama o kitaplığı unutamadım, zira içinde bol miktarda varlığımız, yani Varlık yayını da vardi ve ölüme terkedilmişlerden beter görünüyorlardı...
Bugün kütüphanemde, 1981 yılında yayınlanmış bir Panait Istrati romanı bulunca, Varlık yayınlarının eski küçük formatının, bildiğimden daha uzun süre ve malum zengin içeriğiyle çıktığını öğrendim. Günümüzde sahaflarda en aranan (ve bulunan) kitaplardan olan küçük Varlık cep kitaplarıyla ben, sayfalarını çakıyla açma şerefi babam tarafından bana verildiğinde tanışmıştım. Eve tomarla kitap gelirdi ve bunlar da alınıp sahilde gazinoya inildiğinde, henüz çocuk kitabı olarak resimli Lafonten'lerle meşgul ben, ucu zincirli kromlu ufak Bursa çakısıyla sayfaları açar, taze taze Babama servis ederdim. Varlık kitapları formatının Fransa'dan alınıp benimsendiğini, aradan on küsür sene geçtikten sonra Almanya'da öğrendim...
Varlık yayınları formatıyla birlikte, sahici edebiyata olan ilgi, hatta kitaba olan ilgi, seksenli yıllarda bir zaman kaybolmuş olmalı ve bu "yeniliği", bir yakınımın telefonda, "sen hâlâ kitap okuyor musun" sorusuyla "idrak" edip hiç unutamadım. Evet ben hâlâ okuyordum, ama Türkiye'de kitap okuyanlara artık "enayi" veya "saf" muamelesi yapılıyordu -e kitap okuyanlar köşe falan dönemiyordu!
Kütüphaneme sahaflardan düştüğü anlaşılan Panait Istrati, beni tam da Bayram sabahı, kahvaltı masasında yakaladı. Bir köşeye dikilip gözlerden ırak uzunca bir ilgisizlik döneminden sonra, asla okunmamış -ama varlığıyla hoş- bir kitap olarak masanın kenarına ilişti. Ben Istrati'nin sadece "Baragan'ın Dikenleri"ni okumuş gibiyim ama çıkaramadım ve masada bu adamın Romen olduğunu, bu sabah babamdan öğrendim. Açıkcası bu yazarın hangi milletten olduğuyla hiç ilgilenmemiştim. Bence o, egzotik bir ada sahip, Avrupa-Batı kültürhavzasından gelen, her kütüphaneyi varlığıyla şereflendirmesi gereken, ama okunmasa da olan biriydi. Müthiş hayat hikayesini, Stalinizme karşı net tavrını nereden bilebilirdim, kendi kendine yeterliliğim içinde Istrati sadece koş bir sedadan ibaretti...
Annesi temizlikçi kadın, babası kaçakçı, kendisi Romanya'nın gururu büyük yazar. Okulda başarısız bir öğrenci, iki kere sınıfta kalmış, garsonluk yapmış ve bir makarna imalatçısının yanında çalışmış ve bu sürede durmadan deli gibi okuyan, en derin fakirliği de yaşamış biri. Buna rağmen Bükreş'e, İstanbul'a, hatta İskenderiye ve Kahire'ye gitmiş. Gittiği yerlerde aynı getir-götür işleriyle hayatını kazanmış. 1921'de, 37 yaşındayken, beş parasız, çaresiz ve hasta, Napoli'den Nizza'ya giderken intihar teşebbüsünde bulunmuş ama onu ölümün elinden, insanlığın ruhu ve edebiyatın şerefi adına bilinmeyen birileri çekip almış. Hayat, ölmesine izin vermemiş. Onu kurtaranlar, Panait Istrati'nin cebinde Roman Rolland'a yazılmış bir mektup bulmuşlar. 1915 yılında Nobel ödülü almış olan Fransız yazar, on ciltlik "Jean-Christoph" romanıyla, bir roman türünün de mucidi sayılıyor (Roman-fleuve) ve ünlü eserinde kurguladığı Alman bir bestecinin Fransa'ya gelişini ve bir Fransız dostunun yardımıyla nasıl Fransızlara adapte oluşunu, Alman ile Fransız'ın "güçlü yanlarını" nasıl birleştirdiğini anlatıyor. Fransızcayı, eline geçen bir sözlükten öğrenip Fransızca yazan Panait Istrati'nin gönderemediği Fransızca mektubu, onu kurtaran isimsiz kişilerce Roman Roland'a gönderiliyor ve Fransız yazar Panait Istrati'yi böyle keşfediyor. Ve "Kyra Kyralina", Roland'ın önsözüyle 1923'de yayınlanıyor. Ona "Balkanların Gorki'si" adını takan da Roland.
Tüm çağdaşları gibi Sol eğilimli Panait Istrati, 1927'de Nikos Kazancakis'le birlikte ilk kez Sovyetler Birliği'ne gidiyor, Moskova ve Kiev'i geziyor, iki yıl sonra yeniden gidiyor ve hemen teşhisini koyuyor: "Yanlış yolda". Son kitabının adı bu. Stalin diktatörlüğünü anlatan son bir eser. Ardından, Solcu arkadaşları tarafından bir faşist ilan edilmediği kalıyor, ama onun gibi bir hayat sürmüş birini kimse korkutamaz. Arkadaşları tarafından reddedilmek ona çok koyuyor, Romanya'ya dönüyor ve 1935'de "ince hastalık"dan hayata veda ediyor...
Benim kütüphanemde onca yıl okunmayı bekleyen kısa romanı (Novela) "Kodin", kötü insanların arasında yaşamak zorunda kalan bir insanın hayatını anlatıyor ve kitapta Istrati'nin doğduğu İbrail'deki hayattan ilginç kesitler var. Kitap masamın üzerinde ve benden sonra başkaları tarafından okunmak üzere kütüphanemden çıkıp, bir vapurda özgürlüğüne kavuşacak. Ve ilk sayfasında kurşun kalemle şöyle bir yazı yazılmış olacak: "Bu kitap, bulan kişiye bir hediyedir."