Terzi müdürüm!..

Taşra kasabalarında eski Türkiye, tüm güzelliği, gamsızlığı ve acıtmayan dikeniyle yaşıyor, -üstelik "sürdürülebilirlik" sınırları dahilinde...
Deniz kenarı...
İki metre eninde bir dükkan...
Rüzgarda sallanan tahtadan küçük bir dükkan tabelası:
"Terzi Rıza."
En az on yıldır değiştirilmemiş bir vitrin dizaynı...
Sevine sevine dalıyorum içeri...
Her yer tertemiz, tertipli, ütüden yeni çıkmış elbise kokusu ve raflarda, artık hiç kimsenin giymediği eski mavi-beyaz pijama deseni ve benzeri soluk kumaş topları. Kapıya doğru bakar şekilde plastik beyaz bir bahçe sandalyesine oturmuş yaşlı adamın arkasında, küçücük bir televizyon kendi halinde oynayıp duruyor ve adam, televizyonu setretmeyip dinliyor...
Bende yeniden bir sevinç!..
Adam en az seksen yaşında, ama fıldır fıldır gözlere sahip. Giyimi kuşamı ile terzi değil, bir banka müdürü emeklisi gibi. Janti kravat (eski usul, dar ve uzun). Bembeyaz, iyi ütülenmiş bir gömlek, jilet gibi ütülü gri bir pantolon. Boynuna bir yakın gözlüğünü kolye gibi asmış. Hergün gördüğü biri gelmiş gibi hiç bir şey söylemeden bana bakıyor...
"Şu pantolonun paçalarını kısalttırmak istiyordum da, yapabilir misiniz!"
"Tabi tabi. Şu kenarda bir giyin..."
Dükkanın karanlık köşesinde, adamın arkasında pantolonu giyip adamın karşısına geçiyorum ve bu arada adamın hiç kımıldamadığını fark ediyorum. Aynı pozisyonda oturuyor...
"Paçayı kıvırdınız mı?"
"Hayır" diyorum...
"Kıvır."
Kuzu kuzu kıvırıyorum...
"İyi mi böyle?"
"Ama eğildiğim için tam ölçü almak zor" gibi bir laf çıkıyor ağzımdan...
Tercümesi: "Acaba siz ölçü alacak mısınız?" demek aslında. Soran gözlerle adama bakıyorum...
"İyi mi böyle?"
"Bilmem" diyorum...
"İyidir iyidir."
Sağ eli sandalyenin kolluğundan kalkıp, sessiz bir emir kipi eşliğinde iğne kutusunu gösteriyor...
"Tak oradan bir iğne."
"Ama..."
"Tak sen."
Elimi, iğne kutusuna uzanırken yakalıyorum!..
Sonra özür dilemeler, kem küm etmeler -ve dükkandan çıkıyorum...
Çıkarken adama dönüp bakıyorum, gene aynı pozisyonda oturuyor. Hareket ettirdiği kolu da, sandalyenin koluna, yeniden aynı yere konmuş. Ayağa kalkıyor...
Bir tuhaf oluyorum. Sanki felç olmadığını, sağlıklı olduğunu göstermek ister gibi iki kolunu açıp, "Gene bekleriz" diyor...
Ok yaydan çıktığı için, pantolonu yeniden giymiyorum. Şaşkın ve kafası hafiften karışık bir vaziyette dükkandan çıkıyorum...
Günün ilk izlenimi...
Şimdi bunun üzerine gel de gazete oku...
Biz en iyisi sahilde bir tur atalım ve ilk terziye dalalım...
Pantolonun mahvı umurumda değil artık...
Bir sonraki terzide bir Mars vatandaşıyla karşılaşsam da şaşırmayacağım...