Şehirde elektrikler kesilip bütün ışıklar sönünce, geceleyin gökyüzünün ne kadar güzel olduğunu görüyorsunuz. Başımı kaldırıyorum, hemen üzerimde o devasa cezve: Büyükayı, sonra Küçükayı.
Gece yarısına yakın Gökyüzünün batısındeki o belli belirsiz aydınlık da daha iyi görünüyordu. Gökte yanıp sönen yıldızlar, onlar uçaklar.
Ama o dingin karanlıkta beni en şaşırtan, hemen yanımdaki yelkenlinin göğe uzanan direklerinin fena halde sallanması oldu. Bu hareketi, rüzgarsız çarşaf gibi bir denizin üzerinde kımıldamadan duran narin yelkenliye binen obez bir adama borçluyduk. Onun dışında herşey olağanüstü sakindi gecede.
Şehrin tamamında sadece mumlar, gaz lambaları, tüplü lüksler ve pilli beyaz titrek ışıklar yandı. Herşey ve herkes daha dingin daha telaşsızdı, daha bir barışıktı kendisiyle. Nefes çekildikçe yanıp sönen sigaralar ve arada parlayan çakmakları saymazsak, yüzleri sadece cep telefonlarının ışıkları aydınlatıyordu.
"Sadece yarım saatliğine keseceğiz dediler ama üç saattir elektrik yok" dedi garson. Halinden memnun görünüyordu. Hep söylenir. Elektrik kesintilerinde çok sevişilir, gizemli olaylar yaşanır, tesadüfler artar, dokuz ay sonra çocuk patlaması yaşanır falan. Ben yıldızları seyrederken havai fişekler patlamaya başlıyor. Evet, renkler çok daha net görünüyordu yıldızların altında. Bir tanıdık anlatmıştı. İstanbul'da saati bilmemkaç bin Dolarmış havai fişek attırmak. Yani birkaç bin Dolar bayılıca mümkünmüş! Fişeklerin büyüklüğü ve atış süresı arttıkça, fiyat da yükseliyormuş.
Elektrikler kesilince sahici sesler dikkatinizi çekiyor. Sadece insan sesleri duyuyorsunuz. Arada köpek havlamaları. (Bir sandalın kürek sesleri bile vardı)
Hoparlörden iç bayan müzikler duymuyorsunuz.
Eskiden akşam olunca gaz lambaları yanardı. İlk çocukluğumda, islenen camı her akşam silinen gaz lambasının fitili küçültülünce, yatma vaktinin geldiğini anlardım, masal saati de bitmiş demekti. Eskiden beyaz mumlar da pek narindi, çabuk eğilirlerdi. Hangi bakkalda iyi mum olduğunu bilmek gerekirdi. Gaz tüplerine takılan lüks lambalar icad olup yazlıklara asılmaya başlandığında hüzünlendiğimi iyi hatırlıyorum. O aletler bir de garip ses çıkarıyordu. Ama aynı yazlıklara ampuller takıldığında, sessiz yaz gecelerinin büyüsü de sona ermiş oldu. Paniğe kapıldığımı çok iyi hatırlıyorum. Galiba ilkokul üçüncü sınıfta falandım.
Transistörlü radyoda çalan, dünyanın en güzel müziği de olsa, cırcır böceklerinin yaz gecesi seranadlarına çıkamaz. En kral teknokratik modern ampül de ateş böceklerinin titrek ışığının güzelliğiyle yarışamaz.
Derken elektrikler geldi ve yıldızların ışığı söner gibi oldu.
Büyünün bozulmasına izin vermeyelim.