Aydınlıkta da ıslık çal...

"Nasıl da yakıştırıp çalıyo, Aferin!"
Bu lafı anneme bir yakınımız söylediğinde hem şaşırmış hem de sevinmiştim. Gitar falan çalmıyordum, yani çalıyordum da o kadar iyi değil, tuşlu çalgıları da çalıyordum, ama eh! Ben en iyi ıslık çalıyordum, hem de Anneannemin "Cinleri mi toplayacaksın başımıza" gibi şeyler söylemesine rağmen, böyle ufak yollu iltifatlar aldığım da oluyordu. Müzik yapmanın kesin bir sakinleştirici etkisi olduğundan karanlıkta korkanlar ıslık çalar. Ama aydınlıkta çalmak, çok daha güzel! Liseye giderken ve öncesinde, rüyasında bile şarkı söyleyen biri olarak ıslık çalmak geleneğimi, İstanbul metrosunda sürdürüyorum. Johann Strauß'un valslerini, veya bildik Caz ezgilerini, yürüyen merdivenlerden inerken veya gün yüzüne çıkarken çalıyorum. Bazı günler, özel bir melodiyi belirleyip çaldığım da oluyor, ama ortalıkta pek insan görünmediği anlarda elbette...
Islık, insanın en eski müzik aleti -tabii sadece dudaklarını kasdetmiyorum. Üç tür ıslık var. İlki, benim çalabildiğim, dudak ıslığı. İkincisi dil ıslığı -ki ben o enstrumanı çalamıyorum! Bir de parmaklarını ağzına sokarak veya zar gibi şeyleri kullanarak çalınan ıslıklar var, benim hiç bilmediğim türler...
Yazında ıslıktan bahseden ilk kişilerden biri de Cicero olmalı. M.Ö. 61 yılında Atticus'a yazdığı bir mektupta ıslık çalmaktan bahsetmiş. Yetişkinlerin ıslık çalması genellikle pek hoş karşılanmıyor, mesela bir kadının arkasından falan! Ama kadınların ıslık çalması "çok fena", Ortaçağ'da tabu, İslam dünyasında zaten Müzik bile sorun. Eskiden yelkenli gemilerde ıslık çalmak kesinkes yasakmış. Tabii yasaklayarak bir şeyi durdurmanın asla mümkün olmadığını kanıtlayan olaylar da var. Mesela gemiler bir yana, Kanarya adalarında ıslık moda! Öyle ki, bugün bile ıslıkla konuşulan bir dil yaşıyor orada ve Gomera adasında bu dil okullarda da öğretiliyor. Giresun'un Çanakçı'ya bağlı Kuşköy'ünde halk, bir ıslık dili konuşur -bugün de! Islık müziği ise benim favorim olmayı sürdürür, Thomas Alva Edison da ilk ses kayıt cihazını bulur bulmaz, daha tiz olduğundan kaydı kolay ıslık müziğini kaydetmiş zaten, onun geleneğini Ennio Morricone günümüzde de sürdürdü ve ıslığı, Sergio Leone'nin "Bir Avuç Dolar" film dizisinde kullandı...
Frankfurt'ta mutlaka uğradığım üç katlı Hugendubel kitapçısında üst katta kitaplara dalmış vaziyetteyken yanımda bir müzik duydum. Yanılmıyorsam bir Bach melodisiydi. Islık sesi beni benden aldı, çünkü son derece profesyonelce çalınıyordu, tonu düzenli, nefesi kesilmeyen cinstendi -bunu ben de yapabiliyorum, yani nefes almaya devam ederken, ıslığı nefes alarak çalmaya devam edebiliyorum, ama bu adam, sahici bir müzik enstrümanı gibi ses çıkarıyordu ve ıslığına itiraz eden bir tek kişi olmadı, o da çalmaya devam etti. Ben adama övgü anlamında da herhangi bir şey söylemedim, çünkü dikkatini dağıtıp müziği bozmasını istemedim. Benim dikkat kesildiğimi anlayınca bir süre sonra yanımdan ıslık çalarak ayrıldı…
Açıkçası bu olay beni cesaretlendirdi. İstanbul'da son metroya kapağı kıl payı attığım gecelerden birinde, yürüyen merdivenlerde birbirine yapışmış gibi sarılmış bir tek çiftin on metre arkasından gelen tek kişi olarak, metrodan çıkıncaya kadar ıslık çaldım. "Summertime…"
Metrodan çıkarken iki başlı tek beden bir an durdu ve bedenin genç erkek sesi, bana içtenlikle teşekkür etti, "Müzik çok iyi geldi teşekkür ederiz" dedi…
Büyük bir salonda alkışlansaydım bu kadar hoşuma gitmezdi!..