Murakami'nin büyüsü...

Yazı yazanlardan ziyade, hikaye kurgulayanlar bilir: Yazmak, bir yaşam biçimidir…
Bir mağaraya sığınmak zorunda kalmış taşdevri insanının zor hayatını unutup bedeninin ve günlük hayatının yükünden kurtulmak için dinlediği hikayeleri anlatandır yazar. Murakami aynen böyle düşünüyor. Bunu yapmanın ilk planda parayla/pulla alakası yoktur.
Mesela büyük yazarlar hakkında, "o yükünü tuttu, artık yazmasına gerek yok" diye bir cümle kuran kişi, yazarlığı hiç ama hiç anlamamış demektir. (Ben böyle bir "Prof." tanıyorum) Normal insan, karada yaşayan bir canlıdır. Ama yazar, karabatak gibidir. Hem karada, hem havada, hem suda, hem de suyun dibinde yaşar. Ve bunu doğası gereği yapar. Yazar çok boyutlu bir insan türüdür.
Yazarlar, gazeteciler kadar ve diğer sanatçılar kadar paraya düşkün olmazlar. Asıl hareket noktaları para kazanmak değildir, yazar olarak yaşamayı parayla ölçmek de pek mümkün olmasa gerek. Bu şöyle birşey. Günlük hayatın sıkıcılığında yaşıyorsunuz, belli rutin işleri görüyorsunuz, akşam televizyon seyrediyorsunuz veya bir kenarda kitap okuyorsunuz. Bunlar, yaratıcılıkla pek ilgisi olmayan pasif işlerdir ve Murakami'nin deyimiyle "reel boyuttaki işler"dir. Ama bir yazar kendini reel hayatla sınırlamaz. Hayal gücünün, tasavvurun, bin türlü şeyi hayal edip onları kağıda geçirmenin, "kendi bedenini bir süreliğine terketmenin" verdiği haz, hiçbirşeyle kıyaslanamaz ve dünyanın hiçbir parasıyla ölçülemez. Yazarın -her insanın hayatında olduğu gibi- rutin dünyası üzerinde ve onunla içiçe, bir de rutin olmayan özgür yaratıcı dünyası bulunur. Bu dünyada yazar, kendi benliğinden sıyrılıp, kendini başkalarının yerine koymak, başka yerlere gitmek, hiç olmamış kişiler, yerler, durumlar, duygular, olaylar düşlemekte/yaşamakta serbesttir ve bunları sistemli bir biçimde yapar -yani dere kenerına oturup hayal kurmaktan çok farklı aktif bir eylemdir. Yazar kendinden ne kadar uzaklaşabilirse, hayal dünyası da o kadar kapsayıcı olur. Murakami Haruki, reel ve irreel dünya arasında rahatlıkla gidip gelebilen ve o iki dünyayı birbiriyle karıştırabilen, spiritüel gerçeğe yaklaşan yeni gerçekler yaratabilen, güçlü bir yazar...
Ben Murakami'yi Çin uzmanı bir arkadaşım aracılığıyla tanıdım. Kitapları Türkiye'de henüz yayımlanmamıştı -veya benim yayınlandığından haberim yoktu. Sonra kitaplarını bir bir okudum ve en çok da devasa eseri 1Q84'ü beğendiğimi söylemeliyim. Kitap Türkiye'de Doğan yayınları tarafından hakkı verilerek Türk okuruna sunuldu. Bu binbeşyüz sayfalık kitabı ben bazen baştan, bazen ortadan başlayarak birkaç kere okudum, haala da iPad'imdeki en iyiler listemdedir, arada açıp bakarım. Kitabın Aomame'yi anlatan bölümlerini çok secerim, özellikle onun cinayet işleyişini anlatan bölümü ayrıntılarıyla hatırlamayı severim. Murakami'yi okudukça, tekniğini daha iyi anladıkça, kendimi ona daha yakın hissettiğimi söylemeliyim. Her yazar gibi tekniğini, kendi kendine, zaman içinde geliştirmiştir ve mükemmelliği konusunda tüm edebiyat eleştirmenleri hemfikir.
Murakami artık Tokio'da yaşamıyor. Beş-altı yıldır Honolulu'da oturuyor, galiba orada yaratıcı yazarlık konferansları da veriyor (misafir yazar). Honolulu'da altı metrekarelik bir bürosu varmış. Bürosundaki masasının, bir Laptop ve bir kitap koyacak "enlilikte" olduğu, onunla konuşan Alman gazeteciden biliyoruz! Karısıyla Honolulu'da yaşıyor ve yılda sadece iki kere Tokio'ya annesini ziyarete gidiyor. Murakami Tokio'ya her gittiğinde orada iki ay kalıp Honolulu'ya dönüyor. Japonya'da çok ünlü olduğundan ve tanınmadan rahatça sokaklarda gezemediğinden yakınıyor. Japonya'nın iç politikası nedeniyle zırt-pırt fikrini sormalarından rahatsız olduğu da belli. Yakında Amerikan vizesinin süresi doluyormuş. Başka bir ülkeye gidecek ama İstanbul'a gelmeyeceği kesin! Gezi hareketi Türkiye'yi yönetmeye başlayıncaya kadar, bütün büyük yazarların Türkiye'de yaşamayı seçmeyeceklerini süyleyebiliriz. Özgürlüğün öbür adı olan yazarlık, yasakçı yerlerde pek yaşayamıyor. Murakami Yunanistan'da bulunmuş bir süre, kimbilir belki İstanbul'a da gelmiştir. Umarız Türkiye'ye de gelir.
Murakami sabah dörtte kalkar, beş saat yazar, sonra koşmaya gider ve dönüşte dünyanın en sıradan insanı olur. Karısına yemek yapar, elbiselerini ütüler, sahilde aylaklık eder, tabii ünlü plak kolleksiyonuyla ilgilenir ve gece onda yatar. Yazarın günlük rutini böyle. Ama Die Zeit gazetesine verdiği son mülakatta, o fantastik tiplerini nasıl bulduğunu, hiç bir yazarın yapmadığı bir açıklıkla anlatıyor. Masa başına oturunca, Clark Kent'in Süpermen'e dönüşmesi gibi birşey yaşadığını ve yazdığı garip varlıkların gelip karşısında durduğunu, onun da o tipleri tarif etmekle yetindiğini söylüyor! Hayal gücünün en ileri aşaması…
Murakami, dünyanın en tanına ve en çok okunan on yazarından biri. Ve hayatının anlamını da şöyle özetliyor: "Yazmak için yaşıyorum." Sırf bu yüzden, yani yazabilmek için sağlıklı bir bedene sahip olmaya özen gösterdiğini de söylüyor. "Yazmak beni daha sağlıklı yapıyor" diye bir cümle de kurabilirdi, kurmuyor...
Murakami aslında 65 yaşında, ama kırk yaşlarında görünen atletik biri. Honolulu maratonuna katılmış. Koşmak hakkında bir kitap yazmıştır malum. Son romanı "Renksiz Bay Tsukari Tazaki'nin hac yılları" (色彩を持たない多崎つくると、彼の巡礼の年) bir önceki 1Q84 romanıyla kıyaslanamayacak kadar ince. Son kitabında, daha önceki kitaplarında anlattıklarından daha az fantastik bir hikaye anlatıyor bu kez, ama kurgu gerçekten çok ilginç. Çocukluklarından beri arkadaş beş kişi düzenli olarak buluşuyorlar, tıpkı aynı sınıftan mezun eski liselilerin yaptığı gibi. Tsukari Tazaki'nin dört arkadaşının dördünün adında da bir renk var (Kızıldağ, Yeşilova falan gibi). Gruptan bir tek Tsukari Tazakinin adında bir renk yok. Adamımız birgün gene o buluşmalardan birine gidiyor, ama diğer dört arkadaşı ortada yok. Gelmiyorlar. Tsunari Tazaki'ye kendilerini bir daha aramamasını, onu bir daha görmek istemediklerini iletiyorlar. Kahramanımız Tokio'ya dönüyor, yılın yarısını depresyonlarla boğuşarak geçiriyor, intiharın eşiğinden dönüyor. Yıllar geçiyor, Tsunari Tazaki 36 yaşında. Tanıştığı sevgilisi Sara, arkadaşlarının onu neden terkettiklerini araştırması için Tsunari Tazaki'yi ikna ediyor. Bundan sonrasını yazmayayım. Kitapta bir de cinayet var...
Yakında mutlaka Türkçeye de çevrilir...
Murakami'nin büyüsü ne? Galiba, gerçek bir yazar olması ve ısrarla yazar kalması, günlük hayatın sıkıcılığının onu alıp hayal dünyasından uzaklaştırmasına izin vermemesi, hayallerini tüm haşmetiyle yaşayıp yazması ve ille de gerçekliğe uymak diye bir derdinin olmaması. Ve tabii basit yaşamların ve rutinlerin gücüne inanması. Murakami hergün bu dünya ile "öbür dünya" arasında depar atıyor ve gerçeğin tek değil çok olduğuna inanıyor. Bunu anlamadan sahici bir yazar olmak da mümkün değil zaten!