Beijing'in en iyi Hot-Pot lokantası 'Haidilao'da (海底捞火锅) yemeğin sonuna doğru Çinli Dostumuz bir küçük şişe Çin rakısı getirtti. "Benim şerefime" yemek verildiği için içmek zorundayım! Onca güzel sohbetten sonra aşka gelip o şişeyi ısmarlamak için garsonla konuşurken, ilk "dirseği", yanımda oturan kadın arkadaşımdan yedim. Kulağıma, "Bu dalgayı içenlerin, sonra içi dışına çıkıyo haberin olsun" diye fısıldayıverdi. Şişeyi hemen tanıdım!..
Çin'de kaldığım sürece merak edip karıştırdığım, denediğim şeyin haddi hesabı olmadığından, Yasak Şehrin etrafındaki eski mahallelerin dökük bakkal dükkanlarının hepsinde satılan bu yassı küçük cep şişesini merak etmemek olmazdı. Çin proleteryasının en ucuz içkisini, hem de Yasak Şehir'de denedim ve derhal attım! Çünkü bu alet, büyük bir ihtimalle yakıt olarak kullanılıyor, içki olarak değil...
Masamızdaki tek Çinli arkadaşımız, Orta ve Kuzey Avrupalı dostlarımızdan "daha dayanıklıdır" diye düşündüğündüğünden olacak, bana önce Çince birşeyler söyledi, (bu bana tercüme edildi) sonra küçük bardaktaki ateşi bir dikişte içti -adet böyleymiş! Ben, saygısızlık pahasına bir yudum alıp bardağı masaya koydum. Ve bu hareketimle yapay nezaket ile samimiyet arasındaki farkı Türklerin (yani benim!) nasıl anladığımızı anlatan bir "vaaz" verdim!..
Sanatçılar kadar renkli, anlayışlı ama kırılgan insanlar olamaz. O da bu özelliklere sahip bir ressam ve film yönetmeni ama saydığım özelliklerden sonuncusuna sahip olmaması büyük şans!
Çinliler, son derece neşeli, çocukları Türklerden daha çok seven, çok yüksek sesle konuşan, yemeği önem listesinin en başına koyan capcanlı bir millet. 'Haidilao', bizim bildiğimiz lokanta anlayışına dinamit takıp havaya uçurabilecek kalitede bir yer...
Çin'de lokantalarda önceden yer ayırtmak falan diye bir şey yok. Kim olursanız olun, gidip paşa paşa sıra bekliyorsunuz. Dünyaca ünlü 'Haidilao'da da farklı değil. Lokantaya gidince sizi önce rahatsız taburelerin üzerinde minicik bir masanın etrafında "beklemeye" alıyorlar. Beklerken 'Krupuk' (Karides unundan yapılma bir tür cips), tadlandırılmış veya baharatlandırılmış çeşitli fındık-fıstık türü getiriyorlar masanıza. Tabii en büyük hata, dayanamayıp bunlarla doyunmak -asıl yemek çok sonra.
Birkaç katlı lokanta her daim dolu olduğundan, asıl masanıza geçmeniz, bazen bir saati buluyor, İşte o bekleme sırasında lokantanın ilginç hizmetleri var. Çinli dostum bana, "Masaj ister misin?" dedi! İstediğiniz takdirde bir masör gelip, siz beklerken sırtınıza masaj yapıyor. Kadınlara makyaj ve tırnak cilası servisi veren genç Çinli kızlar da gördüm!
Neden sonra hostesler tarafından masanıza götürülüyorsunuz ve tam ortada kare şeklindeki metal tencereniz yakılıyor. Ortada, bir tür fondü var. İstek üzerine tavuk sulu veya acılı bir fondü söyleyebiliyorsunuz, iki farklı seçenek olabiliyor, çünkü tencerenin iki bölmesi var. Sonra, bu kaynayan fondüye atıp çöpstiklerinizle alıp yiyeceğiniz malzemeyi sipariş ediyorsunuz. Çok kolay pişmesi için zar gibi ince dilimlenmiş et, lotus kalbi, Tofu türleri, sebze ve daha sayamayacağım kadar çok şey var menüde. Bunların hepsi minik kaplarda olduğundan, çok çeşit ısmarlayabiliyorsunuz, -adabı da öyle.
Fondüye atıp pişirdiğiniz parçaları, çöpstiklerinizle alıp, küçük derin kasenize koyduğunuz gene bin çeşit sostan birine batırarak yiyebiliyorsunuz. Susam sosu, yeni başlayanlar için öneriliyor.
Lokanta ve yemek en büyük eğlence sayıldığından, lokantada başka numaralar da var. Bir ara arkadaşlar "makarna" istediler. Yanımıza gelen bir ahçı, getirdiği makarna hamurunu, havada savurup durarak, akrobatik hareketlerle açtı ve sonra kesip ufaltarak bir küçük tabağa koydu, herkes oradan alıp fondünün içine atıyor. Çinliler, ayrı yemekler ısmarlamıyorlar. Benim de "bin senedir" uyguladığım gibi, sipariş edilen şeyleri ortaya koyup herkesin almasına hazır hale getiriyorlar. Bu yüzden önlerindeki tabaklar genellikle minik şeyler oluyor.
Aynı gün, şehrin en tanınmış caddelerinden, İstiklal Caddesini andıran Wangfujing kıyısında, bizim Balık Pazarı gibi dar ama acaip kalabalık bir yan sokakta (Pazar) şişe geçirilmiş akrepler görmüştüm. Hayvanlar o an canlıydılar ve hareket ediyorlardı. Aynı zamanda bir tür atraksiyon olduklarından, birkaç küçük lokantanın önünde o şişler vardı! Kızartıyorlar. Gözler için iyiymiş. Yaşlı Çinliler birşey yerken, kendinizi eczanede sanabilirsiniz. Bu kadar bilinçli yemek yiyen başka bir halk daha var mıdır bilmiyorum.
"Bu gözüm için. Bu, insana güç veriyor. Bunu yedin mi kışın hasta olmazsın. Bu, nefesi açar..."
Ben sırf akreplerin hatırına orada bir saat fink attım ama akrep yiyen bir tane Çinli görmedim. Kısacası daha çok turist mıknatısı olarak işliyor gibiydiler -kendimden biliyorum! "Çinliler herşeyi yer" gibi küçümseyen bir bakışa sahip olanlara hem Evet hem Hayır derdim. Evet herşeyi yiyebiliyorlar, ama o herşeyin en iyisini ve en lezzetlisini de biliyorlar ve tabii en iyi şeyleri tercih ediyorlar.
Hot Pot lokantasında iki saat oturduk ve bol bol sohbet ettik -amaç da bu zaten, yemek yemek sosyal bir şey. Pek politika değil, ama kültür konuştuk. Çinli bir sanatçıdan Çin hakkındaki düşüncelerini duymak güzel elbette. Sohbette ilgi odağı olmanın avantajını kullanıp, Çinli dostuma, yazmayı denediğim bir hikayeyi bile anlattım! Beni müthiş şaşırtıp, konuyu çok beğendiğini söyledi -hem de bunu nezaketen söylemediğini ekleyerek. Şimdi o İstanbul'a gelmek istiyor, ama bir şartı var: yazdığım hikayeyi bitirmeliyim. Yani daha az blog yazmamın böyle bir (Çinli) nedeni var!
Çinli dostum bana o uçak yakıtından ala rakıyı içirdi, bana mısın demedim! Avrupalı dostlardan daha sağlammışım. Şimdi o İstanbul'a gelince aynı orijinallik ölçüsünde nereye gidebiliriz, hiçbir fikrim yok, ama bu aslında o kadar da önemli değil. Maksat, yeniden buluşup, iyi yemek eşliğinde sohbetler yapmak.
Çin, gerçekten muazzam bir yer. Ve onu daha yakından tanımaya gerçekten değer.