Aslında ben, birkaç günlüğüne İstanbul'a gelen arkadaşım Norbert'le buluşmak üzere sözleşmiştim. Oradan Beyoğlu'na açılacaktık, gene Nevizade'ye takılacaktık ve bana, on küsür yıl önce yazdıkları "Çalışmaya karşı manifesto"nun yeni versiyonunu nasıl hazırladıklarını anlatacaktı...
Benimle, Tarlabaşı polis karakolunun orada bulşmasından birşeyler çakozlamalıydım aslında. Ben karakolun önüne vardığımda, onbeş kişilik bir Alman öğrenci grubu beni meraklı gözlerle süzüyordu.
Norbert beni onlara sundu: "Tanıştırayım, buraların Che Guevara'sı!"
(Ben siyah bir bere takmıştım -ondan!..)
Ve ben kendimi birden, Tarlabaşı hakkında bir mini konferans verirken buldum!..
Sultanahmet ve Beyoğlu'nun pırıltısıyla büyülenmiş, Boğaz'ı çok beğenmiş gencecik bu insanlar, biraz huzursuzdular. Zira Tarlabaşı polis karakolunun önü anababa günü gibiydi, Kürtler'in açlık grevi eylemi nedeniyle polis alarmdaydı, bir panzer polis binasının önünde, iki zırhlı polis aracı da onun yanında sıralanmışlardı. Ağlayan iki orta yaşlı kadın gördüm. Tarlabaşından çocuklar ve birçok polis de oradaydı.
Norbert'in eski Solculuğu depreşmiş, başlarında bir öğretim görevlisiyle bu üniversitelileri, İstanbul'un diğer yüzünü de görmeleri için aynen buraya ve bana "kanalize" etmişti!..
Her biri en fazla yirmiiki yaşındaki bu gencecik insanlar arasında iki de Türk asıllı Alman öğrenci vardı, biri başörtülü ve pardösülüydü. Tarlabaşına girince resmen şok oldular. Ama ondan önce ben polislerle konuşup orada ne döndüğünü sordum ve polisin sözlerini, gençlere farklı çevirdim: "Gene aynı şerefsizlerle uğraşıyoruz." (Buradaki "şerefsizler" lafı bana ait. Polisin küfrünü buraya aynen yazmam mümkün değil malesef -ama küfrü sadece Norbert'e ve yanındaki öğretim görevlisine tercüme ettim)
Tarlabaşı'nda çöp toplayanlardan tanıdığım bir dosta gittik. Tek göz odasını bize açmak istedi ama girmedik tabii. Sonra sokaklarda turladık. Çoğu apolitik olan ve her biri neredeyse lise talebesi gibi görünen naif gençler, kocaman gözlerle tek sıra halinde beni izlediler. Sonra bir pazara daldık. Anababa günü pazarda, tek erkek öğrenci, "çantalarımıza mukayyet olalım mı" diye sordu. Onu kırmayıp, "E olun madem" dedim!..
Pazardan çıktıktan sonra gençler açıldı. Norbert onlara ne anlattıysa, bana profesör muamelesi çekmeyi yavaş yavaş bırakıp sorular sormaya başladılar ve Tarlabaşı'ndan çıkarken, inisiyatifi -bilerek- aralarındaki Türk asıllı kızlara verdik! Onlar ille de Pierre Loti'ye gitmek istediler ve diğer öğrencileri de buna ikna ettiler -bizim kızlardan biri küçükken Türkiye'ye gelmiş, babası onu Pierre Loti kahvesine götürmüş! Öğretim görevlisi bizim de gelmemizi istedi. Davetliydik!
Bu neşeli gezi beni çok sarmıştı. Nevizadeyi iptal edip gençlere takılmaya karar verdik. Gördükleri herşeyin fotorafını çeken, zırt pırt tuvalete giden gençlerle, tıkabasa bir otobüse bindik.
Otobüs tamamen doluydu. Yarı yolda, tek erkek öğrenci bana eğilip, "Kızı rahat bırak" lafının Türkçesini sordu. "Ne oldu?" deyince, gruptaki kızlardan birinin elle taciz edildiğini, taciz edene Türkçe bu sözü söylemek istediğini söyledi. Hangi adamın taciz ettiğini sorunca da adamı gösterdi. Tip, benim Alman olmadığımı, karnına yediği ilk dirsekle anlamış olmalı, biraz büküldü -ama gıkı çıkmadı. Sonra iki tane daha yedi. Kabahatli olduğunun farkındaydı, yüzüme de bakamadı.
Sonra Pierre Loti kahvesinde oturduk, kahve tamamen doluydu.
Şimdi özel sayılabilecek bu olayı buraya neden yazdığıma geliyorum...
Aniden gelişmiş bu olayın finalinde, biz grup halinde kahvede otururken öğrenciler kendi aralarında fısıldaştılar ve sonra önüme kocaman bir kutu çikolata koyup, "konferansım" için ve Tarlabaşı'nı gösterdiğim için hep birlikte teşekkür ettiler. Eskilerin deyimiyle, "kafa emeği"nin en asgarisine bile saygı duyulup ödüllendirilmesi fikrine, Türklerin de sahip olmasını isterim...
Akıl-Fikir denen şeyin bu kadar hafife alındığı, fikirlerin alenen çalındığı, bedava yazı yazmanın "normal" sayıldığı bir ülkede, dünyanın başka yerlerinden bunun böyle olmadığını anlatmak şart. Başka ülkelerde, telefonla fikriniz alındığında bile bunu ödüllendirmeyi düşünen insanlar yaşıyor!
Açıkçası çok hoşuma giden bir jestti. Kutu fazla büyüktü -ve ben elimde birşey taşımayı pek sevmem. Ceza olarak Norbert'e taşıtmak isterdim doğrusu (Ama kıyamadım!)
Gençler bizden ayrıldılar. Biz kahvede oturmaya devam ettik. Aradan on-onbeş dakika geçmişti ki, kızlardan biri geri geldi ve benim elimi sıkmak istediğini, benimle vedalaşmadan giderse içinin rahat olmayacağını söyledi. Benden ve benim "Konferansım"dan çok etkilenmiş! İçimden, "Ben ne anlattım kine?!" diye düşünürken aklıma geldi. Tarlabaşı'nda benim hemen yakınımda yürüyen kızdı. İstiklal Caddesine çıktığımızda da, Tarlabaşı'na Güneydoğu'dan gelen Kürt gençlerinin iş bulmak için nasıl çabaladıklarını anlatmıştım. Tarlabaşında şok olan ve bunu belli eden kızlar arasındaydı. Ayrıca otobüste o tipe vurduğumu da sadece o görmüştü!
Yanımızdan ayrıldıktan sonra hocası bana, inanılmaz bir güzelliğe sahip bu kızın, Fars asıllı olduğunu, Almanya'da doğduğunu ve erkek arkadığının da Kürt olduğunu anlattı. Bir hafta kadar önce, eğitimini bırakmayı düşünmüş ve hocası da onu bundan vazgeçirmiş, çünkü en iyi öğrencisiymiş. "Ezilen insanlara karşı inanılmaz duyarlı" dedi. Bunu ben de bizzat gördüm. Tarlabaşı'nda hiç yanımdan ayrılmamıştı, çöp toplayıcıların tek göz odasına da, polislere de, ağlayan kadınlara da kocaman kara gözleriyle üzgün üzgün bakmıştı. Ayakta tokalaşıp vedalaşırken, onun içtenliği karşısında ezildiğimi söylemeliyim. Çok güzel bir akşamdı. Buraya not düşmek istedim...