Minik Mustafa'nın varlık içinde yokluğu...

Geçen gün, benim tıfıl cengaver arkadaşlarımla oyun günümdü...
İki küçük canavarın içinde ne kadar enerji barındırdıklarına inanamazsınız!..
Top oynamaktan tutun saklambaça ve benim masal seanslarımdan Boğaz'da korsanlığa kadar harika bir yarım gün geçirdik!..
(Tam gün dayanmak zor!..)
Biz ortalığın altını üstüne getirirken iki Türk zengin çocuğuyla tanıştık...
İkisinin de dadısı vardı...
Üçküsür yaşındaki Mustafa ve dörtküsür yaşındaki Defne...
Defne, o tıfıllığına rağmen bir diva gibi davranıyor!..
Saçını atmalar, bıcırbıcır konuşmalar, pembe ayakkabılarını dadısına taşıtmalar...
Bir ara bize sokulup oyunumuza dahil oldu. Pembe hırkası bankın üzerinde kalmıştı. Ben:
"Hırkanı banktan al da giy istersen, biraz serin."
"Hayır."
"Ben getiriym mi?"
"Sen getirme, Natalya getirir."
Sonra benim şaşkın bakışlarıma aldırmadan, minik bir köle tüccarı edasıyla, dadısına uzaktan sesleniyor:
"Natalyaa! Hırkamı getir!"
("lütfen" falan yok! Emir demiri keser tonunda!..)
Donup kaldım...
Kırk yaşlarındaki kadın hiç itiraz etmeden kalktı, prensesin hırkasını getirdi ve bizimki, bir Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray edasıyla, tören oluyo gibi hırkasını giydi!..
Tıfıl Mustafa, bizim arkadaşlarımla aramızda konuştuğumuz dili hiç anlamamasına rağmen, benim anlattığım masalları, sırf yaptığım hareketler ve mimiklerin hatırına, sonuna kadar dinledi. Yalnız arada sırada Türkçe sorular soruyordu:
"Şimdi canavar anlatıyosun di mi?.. Öldü mü?.. Kaçtılar di mi?.."
Ben de masalın heyecanından birşey kaybetmemesi için, kısa cümlelerle, masalı bir de ona anlatıyordum -Türkçe!..
Bu sırada dadısı, uzaktan bizi kesiyordu -o da Ukraynalıydı yanılmıyorsam...
Mustafa koşturmacaya, oyuna az buçuk katıldı. Ama öyle bir yetiştirilmiş ki, "aman biryerime birşey olur" demekten oyun oynayamıyor çocuk!..
Ve çok mutsuz, çok yalnız...
Bizim tıfıl cengaverler ağaçlara tırmanırken o baktı...
Bizimkiler koştururken o hep benim elimden tutmak istedi...
Saklambaçta en kolay yerlere saklandı...
Neden sonra bir hengamede Defneden kazayla bir tekme yiyince, sanki kıyamet koptu. Ağlamadı ama depressif/mahzun bir kenara çekildi, ben de ağlamasın diye kucağıma aldım, sarıldım öptüm, güzel şeyler söyledim...
Ve çocuk boynuma sarıldı, başını omzuma koydu ve öyle tam bir onbeş dakika kaldı...
Bu zaman zarfında bizim oyunlar devam etti tabii. Ben oyunları, Mustafa'ya sarılmış vaziyette oynadım!..
(Böyle birşey de ilk defa başıma geliyor!)
Herşeyi olan ama sevgisi olmayan, sevgi verilmemiş bir çocuk...
Dadısı ona, kıymetli bir eşyaya davranıldığı gibi davranıyor...
Çizilirse sahibinin kızacağı bir vazo!..
Mustafa'nın babası Zengin bir adammış, birçok firması varmış ve çok meşgulmüş. Hep iş görüşmeleri, iş seyahatleri falanmış!..
Annesi, bir vakfın -yanılmıyorsam- önemli bir yöneticisi...
Mustafa'nın dadısı son bir yılda üç defa değişmiş...
Dadı, köle gibi, çocuğun her dediğini yapıyor ama asla konuşmuyor, çocuğa sevgiyle davranmıyor...
Dün, isyan ettiğim bir olaydı bu...
Bu tip ailelerin, anne/babadan uzak büyütülen çocuklarından "örnekler" biliyoru ve tanıyorum...
(İtici ve sinir bozucu tipler oluyorlar...)
Mustafa benden ayrılmak istemedi. Dadısı onu çeke çeke götürdü. Defne de öyle. Defne, Mustafa kadar çıtkırıldım olmamasına rağmen, onun annesiyle babasının da "çok meşgul" insanlar olduğunu öğrendim...
Şimdi bu "çok meşgul" insanlara lanet okumak geliyor içimden, ama Mustafa'yla Defne'nin hatırına susuyorum...