Alain Delon'un hinliği...


Ben bu Alain Delon konusunda en çok, Milo Manara'nın çizgi romanlarını okurken şaşırmıştım, bir de Romy Schneider'e nasıl davrandığını öğrendiğimde...
Manara, en sevdiğim, dünyanın en iyi çizgi roman çizerlerindendir, ve baş karakterinin yüzü Delon'un yüzüdür.
Almanlar bu adamdan nefret ederler ve haklıdırlar da...
Alain Delon, Almanların övüncü ve kanatsız meleği Romy Schneider'i mahvetmiş adamdır. Kraliçe "Sisi" rolüyle adeta azizeler mertebesine yükseltilen yetenekli oyuncu Romy Schneider, bu adamdan ayrıldıktan sonra iflah olmamış ve sonunda intihar etmiştir. Romy hakkında Hildegard Kneff'in yazdığı bir biyografi okumuştum ve kendisi de bir oyuncu olan Kneff'e şaşırmıştım. Bu edebiyattı... hem de çok iyi edebiyat. Zaten sanat yeteneği, genellikle çok yönlüdür. Güzel oyuncular güzel de şarkı söylerler aynı zamanda, iyi yazarlar vs. Alain Delon'un başka sanatçı özellikleri yok...
Kamera karşısında yürümeyi sonradan öğrenen (badi badi yürüyen), bazı yüz ifadelerini, mimikleri tam beceremeyen, ilk filmlerinde rol yapmaktan ziyade poz kesen bir adam Alain Delon...
Ama yüzü, çizgi romanlarınd ası Manara'nın "Bergmann" karakteri için bile ödünç alındığına göre...
Alain Delon Romy Schneider'i aldatmıştır. 70'li yılların maço devrinde bu affedilebilirdi belki. Ama Romy'yi bir erkekle aldatmasını, galiba asıl bunu ne Romy ne de Almanlar affedebilmiştir...
Bu milliyetçi, sağcı, Sırp mafyasıyla içli-dışlı olmuş ve 1968'de bir cinayet olayına adı karışmış oyuncuyu sevmeye, galiba "Anarşist Camposanto" rolüyle başladım...
Aşık olduğu kız için anarşist olan bir genci canlandırdığı 1961 yapımı "Che gioia vivere" filminde, İtalyan faşizmine karşı aşkı uğruna mücadele eden bir genci oynuyordu. René Clément'in çektiği bu komedi, galiba bu adamı sevmemi sağladı. Kızkardeşim bu filmin repliklerini arada hatırlatır bana, haala ezbere bilir...
Daha sonra "Plain Soleil"de "Tom Ripley" rolünde, Patricia Highsmith'in roman kahramanını canlandırmıştır...
Bu adamın birçok filmini defalarca izlemiş biri olarak, Alain Delon'un şanslı bir ortalama oyuncu olduğunu ve bazen sergilediği vasat oyunculuğuna rağmen çok iyi rejisör ve senaryolara denk geldiğini söyleyebilirim...
1970'li yıllarda kendi finanse ettiği polisiyelerin hepsi de çok iyidir. Bazıları polisiye romanlardan uyarlanmış bu filmlerden ikisi, şu anda da iPad'imde, arada açıp baktığım filmlerden. Tam bir siyasi entrika ve yolsuzluk filmi olan "Mort Dun Pourri"de "Xavier Maréchal" rolünde gayet iyi olduğunu düşünürsünüz ama değildir! Aslında senaryo ve film çok iyidir, o da üzerine düşen görevi yerine getirir -üstün bir kabiliyet göremezsiniz (1977). Ama bir yandan da: Türkiye'de böyle bir siyasi entrika filmi haala çekilmedi mesela! Gene başka bir siyasi entrika filmi olan "Deux hommes dans la ville"deki "Gino" rolünde, dönemin hakkını verir (1973).
Alain Delon bence asıl çıkışını Tom Ripley rolüyle yapmıştır ve sonra "Samurai" filmdeki rolüyle (1967), soğuk kanlı katil imajını bulmuş ve bu imajı özel hayatında bile sahiplenmeye kalkmıştır. Delon, sadece Napoleon Bonaparte ve Charles de Gaulle'ü değil, faşist Jean-Marie Le Pen'i destekleyen bir "Yurtsever"dir; kendini böyle tanımlar. Boks turnuvaları düzenleyen, yarış atları besleyen, kendi adına şampanya, parfüm falan üreten Delon'un ürünleri kalıcı olmadılar ve çabucak piyasadan çekildiler. Alain Delon'un tek plağını -bir 45'likti- sırf sinemayı öven bir şarkı söylediği için almıştık. Oyuncuyu en son, bir Asteriks filminde Sezar'ı oynarken gördüm. Kostümlerin içinde iyi duruyordu ama espri yapmaya falan kalkınca, o eski soğuk katilin sevimli olma çabaları gibi zorlama duruyordu! Misafir oyuncu olarak yer aldığı 2010 yapımı son filmini görmedim...
Alain Delon, popüler sinema tarihine geçmiş biri olarak saygıyı hakediyor elbette. Buna rağmen ondaki boşluğun hiçbir filminde tam dolmamış olması, incelemeyi gerektirecek bir fenomen sayılabilir. Alain Delon, Jean-Paul Belmondo ile birlikte Fransız popüler sinemasının en önemli iki figüründen biri ve Belmondo'nun çok önünde bir kült figürü haline gelmesine rağmen, (tüm popülaritesine rağmen) büyük oyuncuların gerisinde kalmıştır. Delon, Lino Ventura ve Jean Gabin gibi Fransız sinemasının devleriyle kıyaslanabilecek ağır bir figür değil. Çektiği siyasi filmlere rağmen, o sağcı boşluğunu aşamamış bir sinema esnafı gibi duruyor. Buna rağmen şimdi, onun da baş rolünde yer aldığı "Sicilyalılar çetesi" filmini izleyeceğim. Delon'u görmek için mi? Hayır...
"Le Clan des Siciliens", önce eşsiz müziği için seyredilir bence. Ennio Morricone'nin harikalar yarattığı filmdir. Bu film, önce onun için, sonra Jean Gabin ve Lino Ventura için seyredilir. Delon bu filmde, zayıf karakterli birini canlandırır zaten ve film, sinemada geçen hayatını da özetler adeta: Şanslı biri olarak iyi filmlerde iyi oyuncularla oynamak ve fiziğiyle dikkat çekmek -oyunculuğuyla değil...
Alain Delon, mafyacı karanlık "arkadaşlarıyla" takılan, kadınlara psikolojik baskı yapmaktan "anlayan" sanatçılarla pek bir araya gelmeyen hin biri...
Ama buna rağmen bir sinema fenomeni ve öyle de kalacak...