Bişey yaparsan...

Hata olup olmadığı konusunda kuşkularımın uyanıp bir süre uyumadığı, gözüne uyku girmediği olayı bir hafta önce yaşadım ve buraya yazıp yazmamak konusunda tereddüt edip bugüne kadar bekledim. Yazmamın nedeni, kuşkularımın yeniden derin bir uykuya dalması...
Konu bir iltifatla başlar...
Aslında çok sayıda iltifatla, güler yüzle, minik hediyelerle, ayaküstü sohbetlerle...
Şu günlerde hemen hergün takılıp saatler geçirdiğim ve kitaplardan başımı kaldırmadığım anlarda masamın etrafına toplanan minikler olur ve onlarla kısa sohbetler yaparım. Mesela dişlerinin yarısı dökük bir tıfıl kız, "sesim güzel değil ama şarkı söylemeyi seviyorum" deyince benim "sen garanti aynanın önünde söylüyosundur" demem. Ve onun "Evettt!.." deyip gamzelerini çukurlaştırarak dünyaya/hayata gülümsemesi buna örnektir. Bu ufaklık, doktorluktan polisliğe kadar, olabileceği bir düzine meslek sayıp kararsız kalınca, onu pilot olmaya ikna eden de benim. Bu arada orta bire giden başka bir kızcık, bu masabaşı sohbetinde seyyah, daha tıfıl ve az konuşan sarışın kızcık da balerin olmaya karar verir. Burada sorun nerede mi? Bence hiçbir yerde. Ama kafama çekiç gibi vurulur şekilde sakallı bakışlarda. Adamın benim kız çocuklarıyla neden konuştuğumu anlamadığını, çocuklardan birinin ailesinin fena halde kafadan engelli, yani kızlarını ne balerin ne seyyah ne de pilot yapmaya niyetli olduğunu, hatta ergen yaşlarda belki erkek sineklerin yanına gitmesini bile yasaklayabileceğini nereden bileyim. Tabii bu, asıl olaydan önce...
Bana mendil satmak için ekstra yanıma gelen tıfıl cengaverlerden iki kuzen, hiç böyle bakışlara neden olmazlar. Hatta onlar masama oturup gazoz bile içerler, babalarını amcalarını tanırım. Gençler masama gelip nasıl dil öğrenebileceklerini sorarlar, onlara kitap hediye ederim -okunmuş kitapları kütüphanede tutma adetine yıllar önce son verdim. Böyle şetlerden birilerinin rahatsız olduğunu hiç görmedim. Bu birilerinin her zaman hoşuna gider. Ama bazen o bakışlar...
Bazı tipler öyle bakar ki, buna eskiler "Nazar" derler ve yoğun düşünce ile birlikte, baktığı kişinin ayağını takabilir, baktığı kişinin eliyle onun çayını devirebilir falan. Böyle bakanları sevmem. Sevgisizlik bir defisit/eksiklik biçimidir ve insanların hayatlarında az sevgi görmeleriyle ilgilidir -en azından bence böyle olsun. Kısacası, insanlara iyi ve güler yüzlü olmak, onları sevmek iyidir, o insanlara da iyi gelir, sevgiyi verene de...
Ayaküstü sohbetlerimden biri de, bir kasiyer kız. Ben gazete alırken, "Abi"yle başlayan bir laf atar ortaya ve devamını ben getiririm, güleriz. Ona iltifat da ederim elbette. Bir kere güzel bir kız olmamasına rağmen o kadar içten gülebiliyor ki, es geçmek mümkün değil. İşte o gün, "Başörtünün pembesiyle tırnak rengin aynı" dedim, her zamanki gibi gülüverdi. Bunu bekliyordu zaten, zira o da biraz önce "Başörtümü yeni aldım" demişti. İnce parmaklarını tuşların üzerinde şıpınişi gezdirip, gazete tomarımın fiyatını istedi. Biz gülerken hemen yanımda duran bir kadın bana, "Ben bu kızı çok severim" dedi. 'Ben de severim, çok neşeli biridir" diyecektim ama, muhafazakar mahallede bunun ters kaçabileceğini düşünerek, "Evet o çok neşeli" dedim ve o an kadının ciddiyetinin farkına vardım. Elli yaşlarında sıkı sıkıya başötrülü, göz altları kara, gözleri çakmak çakmak biriydi. Ağzını çarpıtarak gülmeye çalıştı. Evet, gülmekle sorunu vardı. "Ben bu kızı severim. Ona birşey yapan beni karşısında bulur" dedi. Ben, biz gülerken bu lafı "kelalaka" diye sınıflandırdığım anda, üçüncü laf geldi: "Ona sen birşey yaparsan, senin de karşına dikilirim..."
Ben orada bir an buz kalıbı gibi dondum. Kıza ne yaparsam? Ne?..
Kasadaki kız da dondu ve gülen yüzü bir anda soğuk bir kasiyere dönüştü. Ben kendimi o an iftira ile "Tecavüzcü Coşkun" ilan edilmiş biri olarak kasanın başında kalakaldım. Fazla uzun kaldığımı sanmıyorum ama bana birkaç saat gibi geldi. Karın sonra kıza birşeyler söyledi, galiba şakalaşmaya çalışıyordu. Kız zorla, o kadın gibi çarpık bir yüzle gülmek taklidi yaptı. Cadaloz, kızı çirkinleştirmişti! Bu aşağılık yaratık, kötü bir cadı gibi, dokunduğu, baktığı, düşündüğü herşeyi pisliğe çeviriyordu...
Gerçekten suç işlemiş, kendimi kıza sarkıntılık etmiş biri gibi hissettiğimden, kızın yüzüne bakamadım. Yapmadığım, aklıma bile getirmediğim bir şey için utandım. Kadının zehiri öyle etkiliydi ki, yıllardır şakalaştığım, mahalleden tanıdığım kız da yüzüme bakamadı. Belki o da kendini "zina yaparken yakalanmış biri" gibi falan hissediyordu.
Kadın kıza "Allah"lı birşeyler söyledi, kızdan soğuk "Allah"lı bir takım cevaplar aldı ve ben gazete tomarımla oradan ayrıldım. Şimdi masama gelen gençlerle, çocuklarla konuşurken, haala bu aşağılık kadının şırınga ettiği zehirin kalan son zerrelerini de içimden atmaya çalışıyorum. Bu konuda etrafımdaki herkesin çok yardımcı olduğunu söylemeliyim. İnsanlar hiç de fesat değiller -ve bunu bilmek gerçekten güzel...
Türkiye'nin bu dinbaz zehri bedeninden kusup, sular sellerle yunup yıkayacağından eminim...
...
İşte tam bunları yazmıştım ki Ağustos ortasında anlık sıkı bir fırtına çıktı ve ardından bardaktan boşanırcasına yağmur başladı. Sahil, son zerresine kadar ıslanmış durumda. Yağmur, denizi bile yıkadı! Herkes kapalı mekanlara kaçıştı...
Çil yavrusu gibi kaçışanları seyrediyorum...
Ama o kızla yeniden eskisi gibi şakalaşıp gülebilir miyiz bilmiyorum...