Yuki adında bir İstanbullu...

Sizi bilmem ama ben çocukluğumun Türkiye'sinde çok çizgi roman okurdum. Hatta dibine vurup, bulduğum herşeyi okuduğumu söyleyeyim (Killing ve cep fotoromanları da dahil olmak koşuluyla). Bir yerden sonra Teksas-Tommiks'in siyah beyaz ve tekrarlanan çizgilerinden bıkıp, arayışlara çıktığımda, Doğan Kardeş dergilerinin tamamına yakınını hatmetmiştim. Bu derginin sadece baş ve son yaprakları renkli olurdu ve o dış sayfalarda her zaman bir uzay macerası yaşanırdı. Kahramanların uzay gemisini çizmek, sevdiğim uğraşlardandı. O zamanlar, "en ileri" şey, Amerikalılar gibi uzaya gidebilmek olduğundan, "uzaycılık", uzay kadar müthiş ve Türklere uzak bir şey sayılıyordu. O kadar uzaktı ki, çocuklar "ileride doktor-mühendis" değil de astronot olmayı hayal bile etseler, pek iyi gözle bakılmayan tiplerden sayılıyorlardı, çünkü "gerçekçi" değildi -Astronot olmak ne mümkün?! Böyle çocukların aşırı hayalperestlikleri sorun bile sayılabilirdi. İşte o yıllarda Yuki, astronot olup, arkadaşı 'gözlüklü Stelyo' ve 'şişko Nuri'yle birlikte uzaya gidip geldi...
Tenten'in uzay maceraları yanında ne kadar hoştu Yuki'nin seyahati, Türk çocuklarının mahalle yaşamına ne kadar uygundu onun uzay yolculuğu! Mahalle kavramının ve yaşamının avam sayılmadığı, kendi içinde tatlı bir hayatı anlatan güzel bir çizgi romandı...
Yuki, başı tavşan gibi bir İstanbul çocuğu. Orta halli aileleri temsil eden bir tavşan-çocuktu. Ahşap Türk evlerinde oturup Arnavut kaldırımlarında gezinir, mahallede top oynar ve türlü çeşitli maceralara bulaşırdı. Benim çocukluğumda Yuki ciltlerinden biri-ikisi elime geçmişti, ama bunlar eski, okunmuş, abilerimizden kalma kitaplardı...
Kaptan Swing ciltlerinin, Baltalı İlah Zagor ve Çiko'ların, Tom Braks ve Baron'un, Köftehor kovboyların arasında Yuki, ayrı bir kategorideydi. O zamanın deyimiyle, "vurdulu-kırdılı" "Teksas-Tommiks"lerden değildi Yuki. O, "Miki"ler kategorisindeydi. Bana yasak olan Teksas-Tommiks'leri çaktırmadan okurdum, ama "Miki"ler serbestti. Ve Yuki hepsinden farklıydı. Çünkü bu tavşan popülerdi ve konuşuyordu. Hem de Orhan Boran'la!..
İronik, hınzır bir tavşandı Yuki. Helyum yutmuş tiplerin sesine benzer ince elektronik sesi vardı ve Orhan Boran'ın radyoya yatkın sesiyle atışmaları, herkesin sevdiği radyo olaylarındandı. Bizim evde fazla dinlenmese de, radyo tiyatrosu kadar popüler olduğunu söyeyebilirim...
Ben bu İstanbullu garip tavşanı, ortaokulda falan gerçekten sevmeye başladım. O sıralar, Yuki'nin yaratıcısı ve çizeri Altan Erbulak'ın gazetelerde çıkan uzun bacaklı füze göğüslü afet kızlarına ilgi duyuyor, koca burunlu komik adamlarına gülüyordum. Turhan Selçuk'un entelektüel Abdülcanbaz'ından komik ve basitti. Altan Erbulak karikatürlerinde kendisini de çizerdi. Kalın camlı gözlükleri, hırpani saçları ve hep "hareket" halindeki halleriyle Erbulak'ın imzası bile çok orijinaldi. Karikatüre sonradan eklenmiş gibi duran bir mini Erbulak portresi!..
On parmağında on marifet bu muhteşem sanatçı, sadece karikatür ve çizgi roman çizmiyordu, kitap da oyun da yazıyor, tiyartoda da oynuyor, filmlerde de boy gösteriyordu ve bunların hepsinde başarılıydı...
Ben Türkiye'de halen onunla kıyaslayabileceğim birini tanımıyorum. Belki bir tek Cem Yılmaz ona yaklaşabilmiştir -çok yönlülük bakımından. Ama Erbulak gerçekten çok orijinaldi, benzersizdi. Yuki dergisini 1964'de çıkarmaya başlamış. Bence, Altan Erbulak, en orijinal Türk çizgi romancıdır. Daha sonra çıkan çizgi romanların hiçbirine benzemez Yuki. Karaoğlan, Malkoçoğlu, Tolga, Volkan gibi gerçekçi ve milliyetçi değildir. Gırgır ve Fırt gibi dergilerde sonradan popüler olan tipler gibi insan da değil başkahramanı. Yuki bir yarıhayvandır ve benzeri yoktur Türk çizgiroman dünyasında. Yuki, ninesiyle, dedesiyle, fileyle alışveriş eden ev kadınıyla, kedisiyle, seyyar satıcısıyla, cumbalı ahşap evleriyle, tipik ve kararkterli İstanbul mahallesini anlatır. Yuki, dış görünüşü hariç herşeyiyle tam bir insandır -ve İstanbulludur. Onun en yakın arkadaşı Stelyo, bu çelimsiz, utangaç Rum çocuk, her Yuki hikayesinde mutlaka vardır. Ve tabii Şişko Nuri'siz bir Yuki düşünülemez...
Türkiye'de yayınlanan tüm siyahbeyaz çizgi romanlardan ve Doğan Kardeş'ten Tina'ya kadar tüm çizgi roman dergilerinden sonra Yuki'de Türkiye'yi yeniden sevdiğimde, artık Türkiye'de yaşamıyordum; Türkiye de Yuki devrinde yaşamıyordu. İstanbul'un Rumları Türkiye'yi terketmişlerdi. Arnavut kaldırımları sökülmüştü, ahşap evlerin yerini çoktan apartmanlar almıştı...
Daha sonra Türkiye'de Türk çizgi roman kültürü tamamen bitti. Doğan Kardeş ve benzerleri çizgiroman dergileri kapandı. Karaoğlan ve diğer Türk cengaverler ortadan kayboldular. Seksenli yıllara kala kala sadece mizah dergileri kaldı...
Son yıllarda Türkiye'de çizgi roman dergisi çıkarma girişimleri olmadı değil. Bunlar, Havy Metal gibi büyük kült çizgiroman dergilerine özenen dergilerdi ve hiç biri uzun ömürlü olmadı. Leman ailesinin çıkardığı Lemanyak, uzun süre bu boşluğu doldurdu. Sonra Doğan Kardeş, yepyeni bir anlayışla yeniden çıktı -ama ilgi çok düşüktü, kapanmak zorunda kaldı...
Yuki, Türk çizgi roman sanatında, çocuklar için yapılmış en orijinal iş olmayı sürüdürüyor. Acaba neden hatırlanmaz, neden bir Yuki onur cildi yayınlanmaz veya bir Altan Erbulak sergisi açılmaz, neden bu büyük sanatçı ve Yuki'si anılmaz? Başka ülkeler böyle özgün hikaye kahramanlarını kült haline getirip heykellerini bile dikiyorlar. Yuki ve arkadaşları da, onurlandırılmayı kesinlikle hak ediyor...