Dindar gençlik muhabbetleri...

"Aşkımmm!.. Aleyküm Selam. İlk gün ilk gece. Hatırladın mı?"
Başımı çevirip, bu cüretkar sesin sahibini görmek istiyorum, ama o cezalı çocuklar gibi yüzü köşeye dönük telefon ediyor. En fazla yirmisekiz yaşında, ufak tefek, türbanlı. Burberry desenli bir şalı başörtüsü gibi kullanıp boynundan düğümlemiş. Minibüsün içinde, hemen şoför koltuğunun arkasında sırtı yolculara ve bana dönük konuşmaya devam ediyor...
"İlk gün ilk gece. Aynı öyle tamam mı?"
Kadının öyle bir sesi var ki, arabada herkesin, her sözünü duyduğundan eminim -telefonda kısık sesle konuşamayanlardan. Ben aksini da biliyorum. Hemen yanınızda telefon edip, fısıltısını bile duyurmayan insanlara gıpta ederim -benim yapamadığım bir şey, ama bu kadın hiç yapamıyor...
"Ben 'Aleyküm Selam' dedim, sen de bana yarın sabahtan önce 'Selamın Aleyküm' diyecek misin?"
Telefonda bu tip uluorta sesli "muhabbetler"e alışkın olmadığım için şaşkın, kadına bakıyorum, ama o hiçkimseyi görmüyor. Sırtı dönük konuşmaya devam ediyor. Ayakta sadece iki müşteri var. Biri ben, diğeri o. Yanyana duruyoruz...
Bir ara, dolmuştaki herkesin dik dik bana baktıklarını görüyorum -yok bana değil, konuşan kadına bakıyorlar. İçlerinden başörtüsüz, aynı yaşlarda bir kadın patladı patlayacak vaziyetlerde -fena sinirli...
Kadının tepki uyandıran sözü, sürekli o nakaratı tekrarlaması:
"İlk gün ilk gece. Aynı öyle. Aşkım."
Bu lafı bilmemkaçıncı tekrarından sonra en önde oturan altmış yaşlarında bir adam, konuşan kadına dönerek alçak sesle birşeyler mırıldandı. Adamı o zaman farkettim. Yüzünde bir iğrenme ifadesi, iki günlük ak sakalı ve gül bıyığıyla, muhafazakar esnaflara benziyordu. Ama kadın öyle bir şekilde duruyordu ki, dolmuştaki hiçkimseyi görmüyordu...
İnmek istediğimiz durağa yaklaştıkça, açıkcası inmek istemedim. Bu tiyatronun devamını merak ettim. Bir erkekle telefonda -şimdiye dek hiç şahit olmadığım bir biçimde- uluorta konuşan türbanlı kadına ilk patlayan kim olacaktı, ona ne söyleyeceklerdi?!..
Türbanlı kadının yüksek sesi, köşeye saklanışı, ses tonundaki sevgi kıtlığı ve yapaylık, ortada tek taraflı bir aşk veya kuru cinsellik olduğunu gösteriyordu. Açıkçası banal birşeydi ve hoş değildi...
Aynı gün buna benzer iki olay yaşayınca, olayı burada anlatmaya karar verdim. İlkine, Nişantaşı'nda Remzi Kitabevi'nden çıkarken şahit oldum...
İki arkadaş -belli- uzunca bir aradan sonra karşılaşmışlar, bir taraftan el sıkışıyor, bir taraftan da neşeli neşeli konuşuyorlardı. Benim durup bu manzarayı izlememin nedeni, kısa boylu olanının sırtındaki herşeyin, sanki mağzadan demin satın alınıp hemen giyilmiş çıkılmış havası vermesiydi. Aşırı yeni, rafta dururken edindikleri kat yerleri bile görünen elbiselere sahip bu adam, zeytin yeşili bir Amerikan beyzbol şapkasını ters takmıştı ve her iki lafından biri "İnşallah", "Maşallah" idi...
Biz böyle karşılaşmalarda, "Yav Beyoğlu'nda biryere inelim bunu bir ıslatalım" falan deriz. Tokalaşalardan siyah deri ceketli kısa siyah sakallı uzun boylu olanı, aynen şunu söyledi:
"Yahu seninle birlikte bi' Cuma'ya gidelim şöyle."
Ben bu lafı duyunca gülmeye başladım...
Sokak kalabalıktı, beni farketmediler. Onlar konuşurken ben gülerek yoluma devam ettim...
Bu nasıl bir şeydir?!.. İki kişiyle kafa çekilir, sohbet edilir, aşk bile yapılır. Ama din, ibadet, meditasyon ve benzerleri, insanın kendiyle ve Tanrı'yla başbaşa kaldığı durumlar değil midir? Bunu, folklor oynar gibi "omuz omuza" yapılan bir tür eğlence gibi algılamak bana yabancı geldi. Açıkcası "dindar gençlik" iyi hoş -da, bir acaip!..
Dolmuştaki kadın, benden önce indi. İnerken ona kimse bir şey söyleyemedi, o da kimsenin yüzüne bakmadı, konuştuklarını düşünüyordu. Ama kadınların ona bakışlarından korktum -erkekler ilgisiz görünüyorlardı. Minibüsten indikten sonra sessizlik sürdü. Bir tek en önde oturan yaşlı adam, "La Havle -ne günlere kaldık" gibi birşeyler söyledi. İnen kadının ses tonuna sahip olmadığından, sözleri, arabanın motor harıltısında eriyip gitti. Minibüste kadından geriye sessiz bir utanç ve şaşkınlık kaldı...