Tatsızlığın tadı!..

Uzun zamanlardır çayı şekersiz içiyorum! Süper gazeteci yabancı bir dostum sayesinde...
Lokum severim. Çün'e giderken dostlarıma narlı fıstıklı lokum götürdüm (belki ikram ederler, ya da otlanırım diye düşünmüştüm!)
Konu bu değil ama...
Konu, bundan bir önceki yazı...
Hasankeyf'de, Güney Amerika'dan ve Afrika'dan gelen yerlilerle birlikteydim. Dicle kenarında bir küçük ayinde bulundum. Kayapo kabilesi reisi Megaron, üç-dört kişinin şahit olduğu bir mini ayin yaptı...
Şimdi böyle ilginç ve güzel şeyleri anlatmak için bin türlü dil vardır. Mesela edebiyat denen şey, böyle güzel olayları anlatmak için icad edilmiştir. Hem sadece o yoktu orada. İnsanlığın ilk ortaya çıktığı Kenya'daki bir bölgeden gelen, müthiş neşeli bir Afrikalı da vardı. Gece Diyarbakır'da cep telefonuyla onun fotorafını çekmeye çalışan bir gencin sözlerini ona tercüme ettim: "Çok koyusun abi, seni göremiyorum!" Bu laf, günlerce en büyük espiri konusuydu, -en çok da o güldü. Daha neler neler...
Ama Hasankeyf yazım bile bile "tatsız yazı formatı"nda!..
Bunu ben -gelin- şöyle anlatayım:
Kenyalı Joshua, geleneksel kıyafeti ile (yani çıplak, ama bedenini tek parça bir örtüyle örtüyor!) geldiği bölgede en son otuz milyon yıllık fosiller bulunduğunu anlattı! Kısacası, insanoğlunun ve hayatın tevellütü oldukça eski, ama yazı-çizi işine hayli zaman sonra girilmiş. Şimdi bir koca sürü bilim dallaması, insanlığın eskiden hayvan muadili bir canlı olduğunu sanıyor ya?! Elbette öyle değil. Bugün, insanoğlunun en bozulmuş haline şahit oluyoruz... Yazı yazmayan insanlar çok eskiden, daha da eskiden, çok çok daha eskiden, konuşmaya da pek tenezzül etmiyorlarmış. Yazı bir yana, sözün de oldukça ilkel bir iletişim biçimi olduğunu, yerlileri görünce yeniden anlıyorsunuz -dank ediyor yani. Konuyu iyi anlamak için, mesela bir Yakut şamanıyla (Ōyūn) Tundrada bir kaç gün geçirmek yeterli olabilir!..
(Benimki de laf şimdi!)
Şudur:
"Bazı şeyler sözle ifade edilemez..."
Ne yavan, ne klişe bir laf değil mi?!..
Ama öyle değil işte...
Bu yazı, bunu klişe haline getirip, basitliğine kahgidikoh gülenler için yazılmadığından, şu kadarını söyleyeyim: İnsanoğlunun en has ve derin halini bir anlığına da olsa hissetiğinizde, sözün (ve tabii yazının) hikayemtrak bir şey olduğunu anlıyorsunuz.
Ve o an, eskiden insanların neden car car car konuşmadıklarını, sükunetin değerini falan da yeniden hissediyorsunuz. Böyle birşey yaşadıktan sonra, o seyahat boyunca görüp geçirdiğiniz diğer şeyler -laf bazında- gölgede kalıyor ve siz yazısız sözsüz bir ışığa bakıyorsunuz. Gölgelerle ilgilenmiyorsunuz. -Eh işi lafa vurup yaşadığınızın değerini düşürmek istemeyince de yavan bir yazı (ama muhteşem bir anı) kalıyor geriye!
Evet bunun üzerine bir çay iyi gider.
Şekersiz ve limonlu...