'Mare' ve Türkiye'de deniz kültürsüzlüğü

Türkiye, neredeyse dört bir yanı denizlerle, göllerle çevrili güzel bir ülke. Son zamanlarda yatçılık konusunda da dünyada kendinden bahsettiren bir yer, ama deniz kültürü Suriye dolaylarında geziniyor...
Yabancı dostlarım hayretle karışık hep sormuşlardır:
"Yeniköy'den Beşiktaş'a neden günde bir tek vapur kalkıyor?" diye...
(Şimdi o da kalkmıyor!)
Türkler, tıkış tıkış doldurdukları dolmuşlarda ve şehir otobüslerinde, sıkışık trafikte çile çekerken, motora, vapura binmezler, deniz taşıtlarını sıklaştırmayı düşünmezler. Mesela İstanbul'da Deniz taksi vardır, ama o kadar pahalıdır ki, üzerine biraz daha para koysanız yat kiralayabilirsiniz!..
Eskiden Marmara ve Boğaz sahilleri, sahile çekilmiş sandallarla, kayıklarla doluydu. Çocukluğumdan hatırlıyorum, o kayıkların boyanma ve bakım zamanları olur, onunla akşam denize açılınır, şarkı-türkü söylenir, yüzmeye gidilir, balık tutmaya çıkılırdı...
Artık tüm sahiller beton...
Sahiller rabalara serbest, kayıklara yasak!..
Sandalların sahilde demirleme, oradan denize açılma imkanı ortadan kaldırıldı, yerine sahil yolları yapıldı! Bu yollardan "katliam" sayılacak türde olanlar da var. Karadeniz Sahil Yolu, "sembol"dür ve onu yapanlarda -doğa sevgisi falan bir yana- akıl ve vicdanın eksik olduğunu düşünürüm...
Türkiye'nin, ANAP döneminde başlayan ikinci 'Sonradan Modernleşme' dönemi (ilk 'Sonradan Modernleşme' dönemi, 50'li yıllarda başlamıştı) ondan önceki sahil kültürünü bitirdi...
Şimdinin Sonradan Modernleşmiş "Müslüman"lık devrinde deniz kültürü, (Araplarınki gibi) bir seyir kültüründen öte değil!..
1950'lerden itibaren İstanbul'a göçenler, deniz kültürünü devralmış, ona intibak etmişlerdi. 1980 sonrası gelenler, adeta develeriyle (yani otomobilleriyle) geldiler ve deniz kültürüne bitirici darbeyi vurdular...
Şimdi bakıyorum, Tarabya Koyundaki, İstinye'deki yatlar da gitmiş. Güya oralara Marina yapılacak. Şehrin dokusu, orayı güzel kılan sıra sıra yatlardan-motorlardan iz yok...
Şimdilik yapılan, denize beton atmak! Yani İstanbul bitmiş, insanları denizden uzak tutmak için üçüncü bir beton sınır çekiyorlar sahillere. İkincisini, geçtiğimiz yıllarda sahillerdeki yaya yollarını denize doğru genişleterek yapmışlardı...
"Müslüman" beton, denize doğru genişliyor!..
Bütün bunlar yapılırken, 1980'leren İstanbul'a gelip 1990'larda "Müslüman"laşan yeni (neoliberal) muhafazakar yerel yönetimlerin, halka hiçbirşey sormadan, kadim deniz kültürünü kafalarına göre değiştirmeleri de cabası... 
Boğaz vapurları özelleştirildi, vapur trafiği firmaların keyfine terkedildi. Boğaz'ın sembolü canım vapurlar, artık birçok iskeleye uğramıyor. Yeniköy'e neredeyse ikiyüz yıldır, vapur denen şeyin İstanbul'a geldiği 19'uncu yüzyıldan beri uğrayan vapurlar, bir günde iptal edildi -ve Anadolu'dan gelip otomobil/dolmuş tepesinden inmeyen ahaliden (küçük bir imza kampanyası dışında) gık çıkmadı. Zaten vapura binmiyorlardı...
Yeni Muhafazakarların kendi şehirli tarihleri olmadığından, İstanbul'un sosyal tarihine de saygıları yok...
Ama tüm bunlara rağmen deniz kültürünün yeniden canlanması ihtimali yüksek. Bu aynı zamanda bir zorunluluk. Çünkü hem kara ulaşımının giderek içinden çıkılmaz hale gelmesi, hem de muhafazakarlaşmanın giderek yumuşaması, deniz kültürünün yeniden canlamasını dayatacaktır...
Türkiye'de biriki iyi yatçılık dergisi var, deniz kültürü dergisi yok (gazetelerde deniz kültürü sayfası/yazarı falan da yok). Bu dergilerin müdavimleri var. Yatçılığın son yıllarda ilerlemesinin doğal sonuçları elbette...
Ama ben, MARE dergisiyle hiçbirini kıyaslayamam...
Bu dergi, Almanya gibi, doğru dürüst denizi bile olmayan bir ülkede çıkıyor ve benim bildiğim en iyi deniz kültürü dergisi...
Fotorafları iyi gösteren mat kalın bir kağıda basılır, seksen sayfalık bir kitap kalınlığında, büyük dergi boyutundadır ve çok geniş bir konu portföyü vardır...
Dergi ilk çıktığında -açıkcası- kimse uzun ömürlü olabileceğini düşünmemişti. Fakat Mare, 19'uncu yüzyılda yelkenli gemilerle dünyaya açılan gezginlerin, dünya sahillerinde gördüğü "acaip" bitkilerin resimlerini bile bastı. Mare, korsanların gizli adalarına gitti, dünyanın balık mutfağını yazdı, Amazon deltasına, deniz dibindeki mağralara, batık gemilere girdi, gemilerde hayatı anlattı, ve daha birçok denizci ve deniz sever konusu işledi...
Türkiye'de buna benzer bir dergi olmasını çok isterdim...
Bu blogu hazırlamaya karar verdiğimde kızkardeşimin ilk 'Ad' önerisi 'Mare' oldu. Sonra ben 'Mare Nostrum' ve nihayet 'Mare Dostrum' önerileri üzerinde düşündüm...
Ama şehrin adı elbette bir numaralı öncelik oldu. Çünkü İstanbul tam bir deniz şehridir...
Venedik suyun üzerine kurulu olmasına rağmen ve Roma oya gibi her köşesi güzelliklerle örülü olmasına rağmen, İstanbul'un ihtişamıyla -esasen Boğaz, Marmara, Haliç, Adalar nedeniyle- boy ölçüşemez...
(Venedik, bu diyarlarda, İstanbul'dan sonra kuşkusuz en güzel su şehridir...)
Türkiye'de "Müslüman" (Yani Sünni Ortadoğu Muhafazakarlığı) sultası gevşedikçe, deniz kültürü yeniden canlanacaktır...
Mare dergisinin 90'ıncı sayısı yayımlandı. (İki aylık bir dergi için uzun bir süre) Benim elime geçmedi henüz ama, kapak konusu: "Mısır'daki deniz mağraları..."