Siz siz olun, mucizelere inanın...

Eskiden Romalılar nasıl konuşurlarmış biliyoruz, Latince...
Öğrenmek zorunda kaldığım en sıkıcı dildi, çünkü yaşamayan ölü bir dil ve ben bu dili öğrenirken, ondokuz yaşında oldukça diri biriydim -ilgim sıfırdı, çok sonraları ilginç geldi...
Müzelere eski eşyaları koyabilirsiniz, eski fosilleri de koyabilirsiniz, ama eski kokuları koyamazsınız. Gerçi eski kokuları, eski terkibine bakarak imal eden bir parfüm müzesi biliyorum. Napoleon Bonaparte'ın Woterloo savaşından sonra sürgüne giderken sürdüğü parfümün nasıl koktuğunu da biliyoruz, hatta eski Roma İmparatorlarının kokuları dahil binlerce eski ve yeni kokuyu Fransız Versailles Sarayının Osmotheque bölümünde koklayabiliyoruz, ama İskitler nasıl konuşuyorlardı? Sümerce kulağa nasıl geliyordu? Bunları bilmiyoruz. Bunlardan daha derin merak, dil denen olayın nasıl ortaya çıktığı konusudur. Neden bin türlü dil ortaya çıkar? Dilleri kim ortaya çıkarır, bu iş nasıl olur?
İşte bu soruyu, bilim adamlarından daha iyi yanıtlayabilecek kişiler tanıyorum, mesela birlikte oynadıkları sokak köpeğine "Gofret" adı koyan Beyoğlu sakini çocuklar, bu kategoridekilerden. Zira onların Avustralyalı akranları böyle bir fenomene imza atmış bulunuyorlar...
Hikaye oldukça sıradan bir olay gibi başlıyor...
Avustralya çölünde kırmızı kum üzerine kurulmuş altıyüz kişilik bir Aborjin köyüne ilkokul öğretmeni olarak gönderilen Carmel O'Shannessy'inin görevi, çocuklara anadilleri Warlpiri'yi ve İngilizceyi öğretmektir. Öğretmen, çocukların kendi aralarında, basit, kulağa bebek sesi gibi gelebilen, Warlpiri'yi de andıran bir dil konuştuklarını duyar. Sadece çocukların konuştuğu bir dil olduğunun farkına varır...
Öğretmen, çocukların bazı sözcüklere kendilerince başka adlar takıp, bildik Warlpiri konuştuklarını sanmış, ama konuştukları dilin, beyazlar Avustralya'ya gelmeden önce yaygın eski Kriol dilinden sözcükler içerdiğini anlayınca, araştırmasını derinleştirmiş. Üniversitelerden yardım almış ve sonunda bütün bilim dünyası ayağa kalkmış:
"Bu yepyeni bir dil!.."
Lajamanu adlı köyde, çocukların icad ettiği, kendi fiilleri, sıfatları vesairesi olan, kendine has gramere sahip yepyeni bir dil...
Köyün çocukları bu dili, bütün gün hep kendi aralarında kaldıkları için büyük bir yaratıcılıkla icad etmişler ve büyüklere çaktırmak istemedikleri konuları bu dille ifade eder olmuşlar, ama dil gizemini kaybetmiş. Çünkü o tıfıllar büyümüş!
Yıllar içinde yeni dili araştıran öğretmenle birlikte dünyanın dil bilimcileri, şimdi bu köye hayran! Çocukların geliştirdiği ve artık tüm köyün bildiği yeni dile "Lajamanu Stil" diyorlar. Dili fiillerinin Warlpiri diline, adlarının da İngilizce ve Kriol diline benzediği söyleniyor. Asıl ilginç olan, grameri. Çünkü bizim "Şimdiki zaman" ve "Gelecek Zaman" tipi zamanlarımıza onlar bir de "Gelecek olmayan Zaman"ı eklemişler. Yani fiili öyle çekiyorsunuz ki, "Bu eylem şimdiki zamanda veya geçmiş zamanda yaşanmış olabilir, ama gelecekte asla!'" anlamına geliyor...
Aborjinler ilginç bir halk. Bir ara çok popüler olan Bruce Chatwin'in "The Songlines" (Traumpfade) kitabını okuduysanız, "İlkel göçebe" diye daima küçümsenen Aborjinlerin ve diğer göçebe halkların, aslında nasıl sofistike bir uygarlığın sahipleri olduklarını görürsünüz. Çocuklar başlı başına mucizedirler zaten. Van depreminde 47 saat sonra göçük altından yarasız-beresiz çıkan birkaç günlük Azra bebeğin, bu sonbaharda 2 yaşına bastığını biliyor muydunuz? Çok güzel minicik bir kız. İşte o mucize bebeklerin en akıllıları, atalarının Kriol dilini bile her nasılsa kullanarak yepyeni bir dil kuran Lajamanu çocukları olmalı...
Şimdi dil bilimciler, bir güzel mucize saydıkları bu olayla uğraşadursunlar, biz mucize konusunda eli artırıyoruz ve rest deyip, şunu hatırlatıyoruz: Kırmızı kum çölüne, tıfılların dil icad ettiği yere, 2010 Şubatında gökten balık yağmıştı. Bu da bir mucize!..
1980 yapımı, "Tanrılar çıldırmış olmalı" filmini gördüyseniz, (bir Jamie Uys filmidir) bir uçaktan atılan (yani "gökten düşen") CocaCola şişesini, kendi dünyasının sınırlarına götürmek için yayan yola çıkan yerlinin komik ve absürd hikayesi anlatılır. Botswana'da çevrilen filmde başrolde, gerçek hayatında da -"uygar" dünyadan uzak yaşayan- bir yerli oynamıştır. Hadi, orada gökten şişe, -hem de rol icabı- düşüyor, Lajamanu'da gökten bir tek balık düşmüyor ki! Düşse, filmle bir benzerlik kuracağım. Hayır, gökten sağnak halinde balık yağıyor, hem de çöle!..
Bu mucizeye inanabilmek için hemen bilimsel araştırmalara soyunan bilim dallamaları, o dönemde yaşanan dev bir tayfun sırasında, fırtına hortumunun nehirlerdeki balıkları emip göğe taşıdığı ve o balıkların da, ufaklıkların yeni dil icad ettikleri köye yağdığını anlıyorlar...
Tesadüflere pek inanmayan biri olarak, Tanrı'nın belki çılgın falan değil ama, sahiden çok nüktedan biri olduğu sonucuna varabilim!